Abdurrahman ZEYNAL


DELİRMİŞ DEDİLER......!


Serçeme Çayı olanca güzelliğiyle yatağında akarken suları vadiyi yazın yeşile, kışın beyaza boyar, etrafında çalılar, bodur ağaçları boy gösterirken, alabalıkların yüzdüğü zenginlik kaynağı olurdu.

Dağ yamaçlarında yetişen yaban armudu ağaçları son baharda köylülerin akınına uğrar, turşu yapılmak için toplanan armutlar küplere doldurulur, kış süresince yiyeceğimiz turşuya dönüşürdü.

Vadide bir kaç köy vardı. Küçük Geçit, Çay, Başçakmak, Gelinkaya ve Gökçebük köyleri çayın etrafında kurulmuş, insanları tarihin derinliklerinden günümüze uzanan bir geleneksel hayat sürmekteydiler.

Yaşlı kadınlar doğan çocukların ebesi, az buçuk şehir görmüş olanlarda hastaların hekimi oluyordu. Geleneksel tedavilerle hastalarını iyileştirmeye çalışıyor, etraflarına  güvenilirlik telkin ediyorlardı.

O zamanlar; ebe, hemşire, doktor ve ilaç hiç mi hiç yoktu.. Berberlerin diş hekimi olduğu yıllardı.

Yukarıda adları geçen köyün birinde Hasan adlı biri yaşardı.

Hasan amca yaşlanmış, üşütmüş, ciğerlerinde iltihaplar oluşmuştu. Köyde kimseler iltihap nedir bilmiyorlardı. Hasan Emi nefes alamıyordu.

Çare gelenekte aranmalıydı. Zaten köyünden şehre gidecek ne parası, nede imkânı vardı.

Bilinen tek tedavi şekli veya metodu; hastayı yatağa sokup terletmekti. Öyle yaptılar. Köyün ileri gelen dört kişisi Hasan Emi´yi ziyarete gittiler.

Yatağı , yorganı serdirdiler ve Hasan Emiyi yatağa soktular. Sonra her biri yorganın bir köşesine oturup hastanın terleyerek iyileşmesi için olanca kuvvetleriyle yorgana abandılar.

Hasan emi yorgan altında kalınca iyiden iyiye bunaldı. Hava alamıyordu. Yorgan altında hava kalmamıştı.

Debelenmeye başladı. Üstümü açın, nefes alamıyorum dediyse de dinletemedi.

Son bir kuvvetle yorganın altından çıkmaya çalıştı. Ne gezer, mümkün değildi. Yorganın üstünde dört tane insan kılıklı zeballah oturmuştu.

Derken hareket durdu. Zeballahlar, her halde terledi. Rahatladı. İyileşecek dediler. Zaman sonra yorganı açtılar. Hasan Emmi hareketsiz yatıyordu.

Hareket ettirmeye çalıştılar. Ey vahhhh.... Hasan Emmi ölmüştü. Ruhuna Fatiha okudular. Kapıda kazanlar içinde cenazeyi yıkamak için su kaynattılar. Teneşir, tabut getirildi. Yıkadılar son bir kez.

Hasan eminin namazını kıldılar ve köy mezarlığına defnettiler....

Fakat o dört kişiden biri olan Efendi Emi rahatsız olmuştu. Aslında Hasan Emiyi yorgan altında boğarak öldürdüklerine inanmıştı.

Arkadaşlarını toplayıp biz Hasanı öldürdük, Jandarma gelsin olan biteni anlatalım dediler...

Ötekiler olmaz. O eceliyle öldü. Zaten hastaydı deyip,  Efendi Emiyi konuşturmadılar...

Günler geçiyor, Efendi Emi Jandarmaya haber verelim dedikçe tehditler artmaya başlıyordu. Artık tek başına gezdirmiyorlardı.

Bir gün Aşkale´ye giden bir traktöre gizlice binmiş, Kaymakamlığa gitmişti. Kaymakamlığa bırakmadılar. O şansını zorladıkça "bakın dellenmiş, dellenmiş, dellenmiş..." Dediler.

O gerçeği haykırmak istedikçe "Efendi Emi delirmiş", artık ne dediğini bilmiyor dedidler....!

Hasan Emi toprak altında yatarken Efendi Emi köyün dağlarında, "onu biz öldürdük, onu biz öldürdük" diye diye kalan ömrünü düşünceler içinde bitirmeye çalışıyordu.