Abdurrahman ZEYNAL


AKKUŞ ÇAY EVİNDE EDEP ÖĞRENDİM


1970-1980 arası; sosyal hayatın alt-üst olduğu, insanlar arasında ötekileştirme, dışlama, suçlama, isimlendirmelerin en fazla yaşandığı bir zaman dilimiydi.

Sağ-sol ayrımı 70´lerin ortalarına doğru hızlanmış, 80´lere doğru zirve yapmıştı. Artık insanlar iki gözlükle bir birine bakar olmuştu.

Sağcı solcuyu, solcu sağcıyı vatana ihanetle suçlamaktaydı. Solcular sağcıları Amerikancı olmakla, emperyalizme satılmakla suçlarken, sağcılarda solcuları Rusçu, Maocu, Kastrocu, Enver Hocacı olmakla suçlayıp ihanet ettiklerini ifade ederlerdi.

Köylerden şehre hızlı bir göç başlamış, şehirlerin varoşlarında gece kondular hızla çoğalmış, sağ ve sol görüşler bu mekânlarda taraftar bulmuştu.

Köyden gelmişlerdi. Komünizmi veya kapitalizmi bilmiyorlardı...! Birileri bu hazır gençleri yönlendirmeyi kendilerine amaç edinmişti.

Mesela o yıllar Nurcular Amerika veya Almanya´nın Müslüman olup Müslümanların hamisi olacağını telkin edip duruyorlardı.

Sağcılar genelde sloganların ötesinde fazlada bilgileri yoktu. İşte böyle bir zaman diliminde Sanayi Mahallesinde bir çay Evi vardı. Adı: Akkuş Çayevi idi.

Eski Tortum yolunun sağında, solunda gecekondular hızla yükselirken köyden gelen gençlerde okullara devam edip, okuyup ekmek sahibi olma peşindeydiler. Boş zamanlarında top oynamak, kahvehanelerde ideolojik tartışma yapmak en önemli işleriydi. Buralarda küçük bedenleriyle vatan kurtarıyorlardı...!

İşte bu kahvehanelerden biri olan "Akkuş Çay Evi"nde oturan Osmanlı´nın son döneminde doğmuş, Cumhuriyetle yaşıt amcalarımız, büyüklerimiz vardı. Hoş sohbet insanlardı.

Bu amcalarımız ilerlemiş yaşlarına göre dinçtiler. Hafızaları berraktı. Güler yüzlü Nuri Amca,  Yağcı köyünden Ağa Emi, Paşa Dede, Abdurrahman amca, Yarmıcıklı Nuri Amca, Hoşbirikli Aziz Dede, Narmanlı Haşim Dede, Aziz Akkuş, Karisörcü Hüseyin Okumuş ve Muhtar Rüstem Öztürk´tü.

Her bir büyüğümüzün hatıraları, bilgileri, edeple oturup kalkmaları, bir toplumda nasıl konuşulacağını, nasıl hitap edileceğini,  yaşayarak bizlere gösteriyorlardı.

Eğitim Enstitüsü´nde okuyordum. Akşamları eve giderken yoldan geçtiğimi görünce derhal yanlarına çağırır çayımı söylerlerdi. Yanlarında kaldığım bu insanlardan şiir, edebiyat, tarih, askerlik, savaş anıları dinlerdim. Bu güngörmüş amcalarımız ; ehli dil, ehli irfan sahibiydiler.

Osmanlı´nın son delikanlıları olarak gördüğüm bu büyüklerim söze başlarken, konuşurken, sözü bitirirken ve eğer hoş olmayan kelime söyleyecek olsalar mutlaka gereken düzeltmeyi yapar, "sözüm meclisten dışarı, haşa işitenlerden" der sözlerine başlar öylece devam ederlerdi.

Saatlerce dinlediğim bu sohbetler aslında saygı, sevgi ve edepli olmanın ürünüydü. İki şeyi sanırım içselleştirmişlerdi. Edepli olmayı ve haddi bilmeyi ....!

Ben bu güzel insanlardan 1980 yılına kadar insanlık adına çok şey öğrendim. Şimdilerde dünyada olmayan bu insanların her biri edep için, eğitim için, terbiye için birer numune-i misal teşkil ediyorlardı.

Şimdilerde böyle dost meclislerine hasret kaldığımı ifade ederken, sığlaşan kültür dünyamızı, eğitim dünyamızı, saygı ve sevgiden uzak dostlukları görüp, duyup yukarıdaki dedelerimizi özlemekte olduğumu itiraf etmeyi bir insanlık borcu olarak ifade etmek isterim.