Ömer Faruk KIZILKAYA


Dil sorunu olduğunu savunanlar cahil mi,hain mi?

.


Son zamanlarda herkesin tartıştığı bir konu var: AKP’li Mahir Ünal’ın bir konuşmasında sarf ettiği "Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye'de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi, her şeyi yıkmıştır ama lügate dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi, Mao'nun Çin kültür devrimidir, lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir." sözleri birçok kişinin tepkisini çekerken Lawrence tohumlarının gönüllerini hoş etti.
Bu konu hakkında bir şeyler de ben söylemek istiyorum:
İnternette Mahir Ünal kafasındaki bir güruhun ısrarla “Bir İngiliz, 500 yıl önceki bir metni okuyup anlayabiliyorken biz 100 sene önceki metinlerimizi anlayamıyoruz.” gibi sözler söylediklerine şahit oluyoruz. Araştırmayı, düşünmeyi sevmeyen halkımız bu sözleri çiğnemeden yuttuğu için sözlerin sebebini, sonucunu anlamıyor. Sonra da mideye oturuyor. Bu konuyu biraz irdeleyelim mi?
Bizim edebiyatımız, diğer ülkelerin edebiyatlarına benzemez. Bunun en büyük sebeplerinden biri tarihsel süreçteki macera farklılığı, diğeri yönetimin tercihleridir. Yukarıdaki fikri savunanlar Fuzuli’den veya Baki’den bir beyit koyar ve bunu anlayamamaktan yakınırlar. 1400’lerin sonu ile 1500’lerin ortasına yazılmış bir beyiti anlayamadığı için güya içlenen vatandaşımız ne hikmetse 1321 yılında vefat eden Yunus Emre’nin şiirini anlayabildiğini ya fark etmez ya da bu durum işine gelmez. 
Bizde aynı dönemde icra edilmiş iki edebiyat vardır: Birisi halkın kendi arasında oluşturduğu ve sonradan tasnif ederken adına “halk edebiyatı” dediğimiz, öz Türkçe olan edebiyat; diğeri de saray ve çevresinde icra edilen, dilinin Türkçe söz dizimine göre oluşturulduğu ancak sözcüklerinin Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluştuğu adına da “divan edebiyatı ya da klasik Türk edebiyatı” dediğimiz edebiyattır.
Osmanlı anlatanlar, başkentte yaşanan kültürü tüm Osmanlı coğrafyasında yaşanıyor gibi anlattıkları için bugün bazı olayları çözümlemekte zorlanan halkımız da kendilerine sorulan dip sorularda ya da verilen bazı detay bilgilerde cevap verme konusunda sorun yaşıyorlar. 
Maalesef Osmanlı hanedanı Anadolu’yu önemsememiş, sahiplenmemiş, yatırımının büyük çoğunluğunu Batı’ya yapmıştır. Osmanlı Dönemi’nde hele hele son dönemlerde zannedildiği gibi büyük bir okuryazar oranı yoktu, halk da çok dindar değildi. Bu, halkın dine mesafeli oluşundan değil, bilakis halka yatırım yapılmamasından kaynaklanıyordu. Kaynaklar, Osmanlı’da okuryazar oranının II. Abdulhamid Dönemi’ne kadar %2 seviyesinde olduğunu, Abdulhamid Han’ın gayretleriyle bu oranın %10 seviyesine çıktığını göstermektedir. Yani medreseler devlet memurlarını yetiştirmiş ama halka çok fazla inmemiştir. Halk, eğitim konusunda kaderine terk edilmiştir. Medrese eğitimi alanlar, Osmanlıca dediğimiz saray dilini konuşup anlayabiliyorken halk ümmidir (okuma yazma bilmeyen) ve kendi dilini konuşmaktadır. Aynı dönemde iki farklı edebiyatın ortaya çıkmasının sebebi de budur. Öyle ki divan edebiyatı sanatçıları çok sanatlı ve ağır bir dil kullanıp eserlerini yazıya kendileri geçirirken halk edebiyatının icracıları olan aşıkların eserlerini cönk denen defterlere yazanlar, başkalarıdır. 
Dil devrimi denen olayı iyi anlamak lazım. Osmanlı Devleti’nin bilimsel çalışmaların gerisinde kalması, medreselerin sadece şeri konulara yönelip fen ilimlerini ihmal etmesi, Batı’nın sömürgecilik faaliyetlerini ve coğrafi keşiflerini takip edemeyişimiz sebebiyle sürekli geriledik, bu durumdan rahatsız olan padişahlar da bazı ıslahatlar yaptılar. Tanzimat Fermanı ile ciddi tavizler verdik. Bu dönemde amaç Osmanlıcılık düşüncesi etrafında Osmanlı tebasını toplamaktı. Gayrimüslimler bu fikre uymadı ve milliyetçilik fikrinin etkisiyle ayrılıkçı hareketlerine devam ettiler. 
Osmanlıcılık fikri tutmayınca İslamcılık fikrine sarılık, bu sefer de Şerif Hüseyin, McMahon’un emrine girince Araplar ayrılmaya başladılar. Bunun üzerine Turan fikri ortaya atıldı. Türkçülük fikriyle Milli Mücadele verildi. 
1909’da Ömer Seyfettin’in gayretleriyle yayın hayatına başlayan Genç Kalemler dergisi “Milli Edebiyat Dönemi”ni başlattı. Bu dönem edebiyatı milliyetçi çizgide hareket etmiş ve milli mücadelenin kazanılmasında da halkı bilinçlendirme ve Anadolu hareketini destekleme noktasında büyük bir misyon yüklenmiştir. Dilde sadeleşme fikri, iddia edildiği gibi Atatürk’ün milleti cahilleştirme ve dinden uzaklaştırma politikasının değil, daha öncesinin ürünüdür. Kaldı ki Latin alfabesine geçme fikri ilk olarak yöneticiler arasında Atatürk’ün değil, II. Abdulhamid’in fikridir. Zira 9 ünlü, 26 ünsüz toplam 35 ses barındıran Türkçenin seslerini Arap alfabesi karşılamıyordu. Bu yüzden geçişi ortaya atan Abdulhamid Han’ın düşüncesini, dönemin siyasi olaylarını da düşünerek Mustafa Kemal gerçekleştirmiştir. 
Milli edebiyatçılar yeni dili oluştururken yabancı kelimelerin Türkçede karşılıkları varsa Türkçesinin tercih edilmesini, dilde karşılığı yoksa onları Türkçe kabul edip yeni kelimeler almamayı, bu sayede Türkçeyi arındırarak yerli ve milli hale getirmeyi amaçlamışlardı. Tarih ve edebiyat bilmeyen veya olayları saptırmaya çalışan güruha bunu da açıklamış olalım.
Arap alfabesi sadece bir alfabedir, dinin bir emri değildir. Öyle bir hava estiriyorlar ki güya Cumhuriyet’le insanlar bir gecede cahilleştirilmişler. Bunu savunanların cahillikleri bir gecelik değil, bunu iyi biliyorum. Hayatında belge görmemiş saçma sapan insanlar, zahmet edip araştırırlarsa geçişin bir gecede olmadığını, Arap alfabesiile hazırlanan matbu evrakların üzerine Latin alfabesi ile işlem yapıldığını görürler. Zaten okuryazar oranının I. Dünya Savaşı öncesi %10 seviyesine çıktığını, savaştan sonra tekrar çok aşağılara düştüğünü göz önünde bulundurursak halkı cahilleştirmenin gerçekçi bir söylem olmadığını göreceklerdir. 
Türkçe dünyanın en büyük dillerinden biridir. Nitekim Halili isminde bir Arap’ın KitabülAyn (Kitapların Gözü) isimli eserini yazıp halifeye “Arapçanın dünyanın en iyi dili olduğunu ispatladığını” iddia ederek sunmasından sonra Kaşgarlı Mahmut Divan- ı Lügatit Türk isimli eserini yazarak Türkçenin daha büyük bir dil olduğunu ispatlamış, daha sonra da içerisine dahil ettiği gramer bölümüyle Araplara Türkçe öğretmeyi amaçlamıştır. Türkçeyi hakir görüp dipten dibe sokmaya çalışan bu güruha bu bilgiyi de verelim, belki işlerine yarar. 
O dönemde iki farklı görüş mevcuttu: Mustafa Kemal ve arkadaşları İslam’ın cihad fikrini savunup küffara savaş açtı, özgürlük dedi.Sözde dindar olan ama ne hikmetse cihad yerine düşmana teslim olmayı savunan, milli mücadeleye katılanların din düşmanı olduklarını, katledilmelerinin vacib olduğunu savunan diğer kitle de İngiliz mandasını kabul ettiler. Şimdi soruyorum: İslam adına İslam’ın emrini engelleyenler çelişki oluşturmaz mı? Gerçek şu ki İngilizler o dönemde aramıza bir sürü din adamı görünümlü ajan sokmuşlardı. Bugün onların fikirlerini savunanlar da aslında o ajanların torunlarıdır ve bizi yolumuzdan alıkoymaya çalışmaktadırlar. Gelin bu adamların dedelerini bir araştıralım bakalım ki bunlar aslında kimdir?
Benim Türk olmakla, Türkçe konuşmakla ilgili bir sorunum yok. Türkiye Cumhuriyeti devletini ve onun yapısını beğenmeyenleri Arap coğrafyasına göndermeyi teklif ediyorum. Mahir Ünal’a ve avanesine Türkçe düşünüp Türkçe cevap verebiliyorum. Eğer düşünmenizin ve yaşayışınızın önündeki engel cumhuriyetse özgür olacağınız coğrafyalara hicret edebilirsiniz. Cumhuriyet bizim tercihimizdir. 
Bu vesileyle Cumhuriyet Bayramımızı kutluyor, bu cennet ülkeyi kurtararak bize yeniden yurt yapan başta ebedi başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını, tüm şanlı ecdadımızı rahmetle ve minnetle yad ediyorum. Emanetinizi ömrümüzün sonuna kadar yaşatacağız.