Abdurrahman ZEYNAL


DİNDEN KAÇIŞ


Son yıllarda giderek artan sosyal bir yaradan söz etmek istiyorum. Diyanet İşleri ve bağımsız araştırma kurumları yaptıkları çalışmalarda muhataplarına din ile ilgili sorular sormakta, aldıkları cevapları analiz edip kamu oyu ile paylaşmaktalar.Çıkan sonuçlar gerçekten insanımızın içine düştüğü çıkmazı, bunalımı göstermesi bakımından önemli sinyaller vermektedir.
Sosyal, kültürel, ahlakî alanda meydan gelen bu değişmeler ister istemez "Din-İnsan" ilişkilerini ciddi anlamda etkilemektedir. Din-İnsan ilişkilerinin olumlu-olumsuz yanlarını ele aldığımda "dine kaçış" veya "dinden kaçış" eylemleriyle ifade etmem işi kolaylaştırma açısından önemlidir. Çağımız da insanların köy, kasaba, işyeri, fabrika gibi mekânlarda karşı karşıya kaldıkları yalnızlaşmalar ve bunların sonucu sığınacakları bir sığınak aramaları, "dine yönelme" veya "dinden uzaklaşma" şeklinde gerçekleşmekte, olayın insan psikolojisi bakımından temel gerekçelerini ve çeşitli biçimlerini ortaya çıkarması açısında önemli bir hale gelmektedir. Eğitimdeki gelişmeler ve yönetenlerin siyasal söylemleri bu işin tuzu biberi olmak özelliği göstermektedir.
"Dinden uzaklaşma" ekonomik, psikolojik, sosyolojik ve felsefi araştırmayı gerekli kılmaktadır. Kesin bir sonuç olmamakla birlikte yaşadığımız sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik, felsefî sorunlar, insanlar arası ilişkiler, din adamlarının anlatımları, basın ve yayınlardaki belirsizlikler, yöneticilerin kullandığı dil bu kaçıştaki etkileri tetikleyen temel seçenekler arasındadır.
19. yüzyılda meydana gelen baş döndürücü bilimsel gelişmeler, teknolojideki atılımlar, pozitivizmin veya rasyonalizmin kazandığı zaferler sonucu batıda dinin yenilmesini doğurmuş, böylece yeni bir ilişkinin varlığını ortaya çıkarmıştır. 
Gerçekte yapılan "din" ile "aklı" zıt değerler olarak ele almak işin ana iskeletini teşkil etmektedir. Bu yanlışlığın temelini "din üzerinde tasarruf yetkisini kendi ellerinde bulunduran" bir sınıfın veya zümrenin dini yanlış yerlerde, yanlış biçimde konumlandırmış olmaları, kullandıkları dil ve siyasal iktidara yaranma çabaları bu değişime sebep olmaktadır. 
Dinin beşerileştirilmesi, semavinin dünyevileştirilmesi, göğün yere indirilmesi demek olan bu tasarrufun "insan özgürlüğünü, hürriyetini" tehdit edeceği ve sınırlayacağı, sonuçta dinin temel çıkış nedeni olan "insanın, insanüstü bir tek güce kul olması" ana fikrini yok ederek, yıkarak "insanın insana kul olması sonucunu" doğurmuştur. Gelişen olayların bu gerçeği doğrulaması bu açıdan önemlidir. 
Aslında işin en esaslı tarafı son elli yıl hatta son yirmi yıldır artarak böyle bir ortamın doğurmuş olmasıdır. Bu durum işin üzerinde düşünenler için "dinden kaçış" aynı anda "Özgürlüğü arayış" şeklinde ifade edilince yanlışlarda peş peşe yola dizilmiş oldu. Bu noktada tarihi bir yanlışlık yaşanmıştı. Dinin icracılarına(bir din adamı sınıfının ilk adımıdır) duyulan tepkinin bizzat din olayına yansımasıdır. Halk dilindeki ifadesiyle "papaza kızıp oruç bozma" denen olay tam da bunu ifade eder.
Diğer taraftan akıl ile dinin ayrı şeyler gibi gösterilerek ayrı kutuplara yerleştirilmesi ve birbirleriyle çatıştırılması çok amaçlı tarihi bir yanlışlığı da doğurmuştur. Eğer akıl ile din özel bir çaba ile zıtlaştırılmazsa normalde bir birleriyle çelişmezler. Ortada bir çatışma var ise, ikisinden biri veya aynı anda her ikisi bazı eksikler taşıyor demektir. Akıl ve din ayrılığını benimsemek, dinin akıl dışı olduğu saptırmasını kabul etmek demektir. Bu benimseyiş aynı zamanda aklın da din dışı bir değer olarak kabul edildiği anlamını taşır. Bu noktada kavga başlar.
Bu durumu çözmek için bazıları akıl ile dini uzlaştırarak kendilerine yeni bir iş edindiler. Aslında bu bir uzlaşma değil dinin akla uydurulmasıydı. Halbuki hiç bir kimsenin akıl ile dini çatıştırmaya hakkı ve yetkisi yoktu. Aynı zamanda uzlaştırmaya da mezun değillerdi. Çünkü yanlışlık bunların ayrı ayrı düşünülmesiyle başlamaktaydı.
O halde akıl ile dini uzlaşma veya çatışma ekseninden kurtarmadıkça dinden kaçış önlenemez. Günümüzde zirveye çıkmış olan bu durum, bu moda akım, dini aklın ölçülerine göre değerlendirme alışkanlığı yoğun olarak dinden kaçışı tetiklemektedir. Dinin günümüzdeki görüntüleri, dini bir üniforma gibi üzerinde taşıyanların temsilcilerinin davranış kalıpları, topluma ve insana bakışları bu kaçışı hızlandırmaktadır.
Aklın mutlak değer olarak alınması (böyle bir kabiliyetinin olmamasına karşılık) klasik pozitivist ve rasyonalist düşüncelerin ortaya çıkardığı pek çok buhranın, içinden çıkılmaz sorunların önemli bir sebebi olmasını tetiklemektedir. Ancak bu iki "izm" bu alanda ne kadar tahripkâr olursa en az onlar kadar mistik anlayış, seziş, düşünüş ve dışa vurum söylemleri de bu durumu hızlandırmaktadır.
Çağdaş insanın kalabalıklar içindeki önü alınamaz yalnızlığı, saldırganlığı, korkaklığı, büyük sanatkârlar yetiştirememesi, sanat ortamının estetik kaygılardan uzaklaşarak ortamı çoraklaştırması, çevre kirliliği gibi pek çok rahatsızlığı gün yüzüne çıkarmıştır. Bunun başlıca sebebi bazı insanların, bilgi disiplinlerinin ve felsefi teorilerin; dine ve akla hak etmedikleri bir rolü vermesinden kaynaklanmıştır. 
İnsanların bir bölümü bugünkü bakış açısıyla dine sığınırken, bir kısmı ondan kaçıp akla sarılmakta, dolayısıyla gerçeklerden ve ortaya çıkmış bulunan olguların mahiyetinden habersiz bulunmalarıdır. Gerçekte ise yaşadığımız hayatta ne aklın gerçek mahiyeti, nede dinin esasından bihaber olmaları bu sonucu doğurmaktadır. 
Sonuçta bu iki kavramın ayrı ayrı şeylermiş gibi yapılan kıyaslamalar, benzetmeler lüzumsuz bir külliyat oluşturmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Oysa yapılacak ilk şey ayniliği veya zıtlığı icad etme hakkımızın olmadığını idrak edebilmekte yatmaktadır. Aksi halde daha çok dinden kaçışlardan söz edeceğiz...