Ömer Faruk KIZILKAYA


EĞİTİM SORUNUMUZUN YAKIN TARİHİ- 2

(Anadolu Liseleri Neden dönüştürüldü?)


(Anadolu Liseleri Neden dönüştürüldü?)

Geçen yazımızda eğitim sorunlarından bahsederken öncelikle ÖSYM'nin kuruluşunu, bunun akabinde gelişen dershanecilik sektörünü, okullardaki kitap sorunsalını, sınavlar neticesinde okulların dershaneye dönüşmesini, 8 yıllık eğitimin okul kalitesine nasıl zarar verdiğini anlatmıştık. Bu haftaki yazımızda konuyu irdelemeye devam edeceğiz.

28 Şubat’tan sonra, 1999 yılında, ÖSS- ÖYS şeklinde iki oturum şeklinde yapılan üniversite sınavı tek oturuma düşürüldü. Baraj 120 puan olarak belirlendi. Değişiklikler sadece bununla kalmıyordu: İmam hatiplerde ve meslek liselerinde üniversite sınavında branşa göre yerleştirme uygulaması getirilince katsayı puanları buralardan mezun olan öğrencileri dezavantajlı duruma düşürdü. İmam Hatip Liseleri, ilahiyat fakültesi dışında bir bölüm seçerse ortaöğretim başarı puanları 0,5 yerine 0,2 ile çarpılıyordu.  Aynı durum, meslek liselerinde de geçerliydi.  Örneğin meslek lisesinde makine bölümünde okuyan bir öğrenci, Meslek Yüksek Okulunda 2 yıllık eğitim seçerse ek puan alıyor ve ortalaması 0,65 ile (0,15 de ek puan verilerek) çarpılıyordu. Ancak kendi bölümünün dışında başka bir bölüm seçerse yani aynı öğrenci Mobilya bölümünü seçecek olsa puanı 0,2 ile çarpılıyordu. Aynı seçimi fakülte seçimi için de yapsa (makine mühendisliği seçse) yine puanı kesiliyordu. Şartlar İmam Hatip ve Meslek Liseleri için zorlaştırılınca bu okullar cazibesini yitirmeye başlamıştı. Diğer okullarda da branş dışı seçimler genel anlamda zorlaştırılmıştı. Örneğin sayısal çıkışlı bir öğrenci eşit ağırlık bölüm seçse puanı kesiliyordu. Bu uygulama maalesef 2012 yılına kadar devam ettirildi. 2012 yılında yapılan değişiklikle bu uygulama kaldırıldı. (Günümüzde sayısal öğrencilerinin istedikleri bölüm gelmeyince eşit ağırlık puanıyla alım yapan hukuk gibi popüler bölümlere yönelmelerine sebep olurken sınava eşit ağırlıktan giren öğrencilerin önünü kapatıyor. Bu da bana göre yanlış ama büyüklerimiz daha iyisini bilirler.)

İmam Hatip Liseleri ve başörtülü öğrencilerin mağduriyetini gidermek vaatlerini de icraat listesine koyarak seçime giren AK PARTİ’nin iktidara gelişinden sonra Türkiye birtakım rahatlıkları ve siyasi başarıları peş peşe yaşamaya başlamıştı. Hükümetin en cafcaflı döneminde başarısız olunan bir alan vardı: EĞİTİM!

Birçok okul birincisi sınavları kazanamıyor; yüzlerce, bazen de binlerce okul sıfır çekerek hiçbir öğrencisini sınavla öğrenci alan okullara yerleştiremiyordu. Bu sorunu çözmek için birileri kaliteyi artırmak yerine şark kurnazlığı yaparak başarısızlığı kamufle etmeyi akıl etti: Süper Liseleri Anadolu Lisesi yapalım. Hemen harekete geçildi ve yabancı dil ağırlıklı eğitim veren Süper Liseler, Anadolu Lisesine çevrilerek Anadolu Liselerinin kontenjanı artırıldı. Bu sayede okul birincileri ve iyi durumdaki diğer öğrenciler bir yerlere yerleşme şansı buldular. Bu uygulama 2010 yılında genel liseleri de kapsamaya başladı ve dönüşüm 2013 yılı itibariyle tamamlandı. Kalite artmadı ama kalitesizlik kamufle edilmişti!

Anadolu Liselerinden bahsetmişken…

Anadolu Liselerinden bahsetmişken onu da ayrıca incelememiz gerekiyor. İlk defa 1955 yılında İstanbul, İzmir, Eskişehir, Diyarbakır, Konya ve Samsun’da ‘’Maarif Koleji’’ adıyla açılmış olan bu okullar, Bakanlık kararıyla 1975 yılında ‘’Anadolu Lisesi’’ adını almıştı. 5 yıllık ilkokul eğitiminin sonunda girilen sınavla öğrenci alıyordu. İlk sene yoğun bir İngilizce eğitimi verildikten sonra ortaokul ve lise eğitimi normal okulların kalitesinin üstünde veriliyordu. 1980’lere gelinceye kadar bütün dersler İngilizce veriliyordu. 1980’li yıllarından itibaren Anadolu Liselerinde bazı ders gruplarını yabancı dille öğretecek öğretmen eksikliği çekilmeye başlandı. Bu nedenle 2000’li yıllara doğru bazı derslerin yabancı dilde öğretilmesi uygulaması kendiliğinden sonlandı ama bazı branş dersleri yabancı dille verilmeye devam ediyordu.

Yabancı dil eğitimi hakkında bir ufak değerlendirme

Hazır Anadolu Liselerinden bahsederken arada yabancı dil eğitimimiz hakkında da bilgi verelim: Malumunuz günümüzde ilkokul 2. sınıftan itibaren branş öğretmenleri tarafından lise son sınıfa kadar İngilizce eğitimi verilmesine rağmen seviyemiz “What do you do? I’m yattı, uyudu.” ayarında. Akademisyenlerimizin ilerleyişinin önündeki en büyük engel de yine İngilizce. Dil sınavları yüzünden birçok öğrencimiz doktora eğitimi alamazken çok değerli akademisyenlerimiz de doçentlik seviyesine geçemiyor. Sınavı geçenler de uluslararası bilim çalışmalarında genel anlamda yoklar. Çünkü sınavdan çok yüksek puan almalarına rağmen dinleme ve konuşma konusunda oldukça başarısızlar. Kendilerini ifade edemeyecekleri için bu tür organizasyonlara katılmak istemiyorlar. Yaptıkları çalışmaları da yabancı dile genelde parayla çevirtiyorlar. (Gerçi bu puanların nasıl alındığı ile ilgili de çok ilginç iddialar var. Olur da bir gün bu sınavlar incelenirse dönen dolaplar da açılır ama bu kimsenin işine gelmediği için kimse bu işe girmez. Bana inanmayan sevgili üniversite öğrencisi kardeşlerim ellerine birer yabancı makale alıp bölümlerindeki hocalarını sınav yapmaya gidebilirler.) Neyse konumuza dönelim:  

Dil gelişimi için en ideal yaş aralığı okul öncesi dönemdir. Bu aşamadan uzaklaştıkça dil öğrenme zorlaşıyor. Günümüzde İngilizce eğitiminin ilkokul 2. sınıf düzeyine indirilmesinin sebebi her ne kadar bu durum olsa da birçok sebep yüzünden (sosyo- ekonomik sebepler, hazırbulunuşluk düzeyi, çalışmama, öğretmen eksikliği, materyal eksikliği veya kalitesi…)  başarılı olunamıyor. Oysa Anadolu Liseleri döneminde ilkokul öğrenimini tamamlamış ve sınavda başarılı olmuş olan (belli bir zekâ ve disiplin seviyesinin üstünde olan) çocuklara 11 yaşında yoğun bir (haftada 24 saat) İngilizce dersi veriliyor; dinleme, okuma, yazma ve gramer dersleri ile çocukların yabancı dile hakim olmaları ve kendilerini ifade etmeleri sağlanıyordu. Sonraki yıllarda da branş dersleri İngilizce olarak verildiğinden bilgileri canlı tutuluyordu. Bu vesile ile memleketin bütün çocuklarına, ülkenin geleceğine talip olma konusunda yol verilmiş oluyordu. Zira bu eğitimden geçen çocuk hem akademik çalışmalarda dünyayı takip edebiliyor hem de bürokrat olarak yetişip yurt dışında ülkemizi temsil etmelerine olanak sağlanıyordu.

Anadolu Liselerine devam…

Anadolu Liselerinde öğretmenlik yapmak isteyen MEB’e bağlı eğitimciler sınava girerek "Anadolu" kadrosu almak suretiyle bu tip okullarda görev yapabiliyorlardı. Yani bu okullarda eğitim vermek isteyen öğretmenin kendisini iyi yetiştirmiş olması gerekiyordu.

Aynı şekilde bir de Anadolu İmam Hatip Liseleri vardı. Aynı eğitim İmam Hatip bünyesinde verilerek İmam Hatip Liselerinin daha düzeyli eğitim vermesi sağlanıyordu. Anadolu Lisesi sınıfında olan bir de öğretmen liseleri vardı. 8. sınıf sonunda girilen Anadolu Öğretmen Lisesi Sınavı'yla yerleştirme yapılıyordu. Anadolu Öğretmen Liselerinde de ilk yıl hazırlık (yabancı dil) eğitimi veriliyordu. Bu okullarda öğrencilere pedagoji eğitimi verilerek öğrenciler, öğretmenlik mesleğine mental olarak hazırlanıyorlardı. O dönemde yine 8. sınıfta girilen sınavla öğrenci alan bir de fen lisesi vardı.

Sınav sisteminde değişiklik yapıldı…

2008 yılında ortaokul düzeyinde yapılan sınavda (OKS) bir değişiklik yapıldı: OKS son kez yapıldı ve kademeli geçişi sağlayan 6, 7 ve 8. sınıf başarılarını ölçmeyi amaçlayan SBS’ye geçildi. Amaç, öğrencinin 8 yıllık emeğini 2-3 saate sığdırmanın önüne geçerek yaşanabilecek şanssızlıklar yüzünden çocukların geleceğini bir sınava sığdırmamaktı. Çok idealist bir söylemle ortaya atılan yeni sistem, aileleri ve öğrencileri daha çok tedirgin etti. Önceden 8. sınıfta dershaneye giden çocuklar, artık 6 ve 7. sınıflarda da dershaneye gitmeye başlamışlardı. 2007- 2008 sezonu, benim de özel sektörde öğretmenliğe başladığım sezon olmuştu. Öğrenciler ve veliler aşırı stresliydiler. Çocuklar artık robotlaşmaya başlamışlardı. Hayatları okul, dershane ve ev üçgeni arasında döner olmuştu. Bu durum 2012- 2013 sezonuna kadar sürdü.

Bu dönemde bir etüt merkezinde görev yapıyordum. Sabah 9.00’da başlayan mesaim gece 23.30- 24.00 civarı bitiyordu. Günde 9 saat derse giriyordum. Çalıştığım kurum, aynı zamanda yayın işleriyle de uğraşıyordu. 19.10’da biten derslerden sonra yayın işlerine başlıyor; soru yazmanın dışında baskı, harman, katlama, zımba ve paketleme işlerini de biz yapıyorduk. 12 aylık maaşımıza karşılık bizlere imzalatılan senet yüzünden istifa edemiyorduk. Her gün yorgun argın mesaiye geliyorduk. Kurum sahiplerimizden biri Fen Lisesinde öğretmendi, diğeri akademisyendi. Kurum, öğretmen olan kişinin emekli olan babasının üstüneydi. Yasal zemin hazırdı. Geçenlerde satıldığını duyduğum kurumun aynı uygulamayı satılıncaya kadar devam ettirdiğini mesai arkadaşlarımdan öğrendim. Kurumun kasası açılsa yüzlerce öğretmenin senedinin olduğu görülecektir. Ben senedimi zor bela, şahsıma yapılan tehditlere aldırmadan mücadele ederek geri almıştım.  Bu son paragrafı önümüzdeki haftanın konusuna ipucu olsun diye yazdım.

Şehrimin İl Milli Eğitim Müdürü’nün görevden alındığını, kararın kendisine yakında tebliğ edileceğini sağlam isimler iddia ediyorlar. Eğer doğruysa diye bu hafta o konuya girmedim ki sözlerim halefine bir uyarı olsun, nasıl bir şehri devraldığını bilsin. Şayet mevcut müdür, görevinde devam ederse önümüzdeki hafta özel sektördeki sorunları anlattığımda bildiği ve sessiz aldığı sorunları buradan okumaya devam edecektir. Şimdilik Allah’a emanet olun.

 

Zekiye Çomaklı
15.08.2022 09:48:55
Muhteşem,muhteşem, muhteşem