Orhan DURMUŞ


SAHİ KAÇ KİŞİYİZ?

.


Günlük yaşantımız içerisinde birçok şeyden memnuniyetsiz olduğumuz durumlar oluyor. Kimi komşusundan rahatsız kimi işinden kimi iş arkadaşından kimisi mahallesinden? Bu kadar memnuniyetsizlikler içerisinde tabi ki hayatından memnun olanlar da olacaktır. İlk yazımda memnuniyetsizliklerimizi anlatmak değil kastım; memnun etmenin zor olduğu biz insanoğlunun iç sesine biraz kulak verip, memnuniyetsiz tavrımızın sebepleri neler olabileceği konusunda fikirlerimi paylaşmak.

Güne başlarken hepimiz hayatın bize uygun gördüğü rolün baş kahramanları olarak yaşam denen sahnenin içine atarız kendimizi, ?rolü beğenmedim? demenin ya da ?ben bu sahnede oynamam? demenin olmadığı bir tiyatrodur hayat. Yeni gün ile açılır sahnenin perdeleri ve oyun başlamıştır artık. Bazılarımız istediğimiz gibi giyinirken bazılarımız insanların istediği gibi giyinir ve çıkar sahneye, oyunda rolün verilmiştir ama oyunu iyi oynamak senin elinde. Artık sahne senin?

Hayatımız da memnuniyetsizliklerimizin asıl sebebi, olmamız gereken yerde değiliz diyerek bulunduğumuz konumu beğenmemek. Bu ifade, bir bakıma memnuniyetsizliğin tanımı gibi başka bir deyişle içinden çıkılamayan bir paradoks. Hayallerimizi gerçekleştirememenin verdiği sabırsızlığın bizleri mutsuzluğa umutsuzluğa sevk ettiği aşikâr fakat hayat sürprizlerle dolu, yarının bizlere ne getireceğini bilememek umut denen fidanın yeşermesi için bir ödül niteliğinde. Bu bizlere yaşama gücü vermektedir. Hayata olumlu bakmak birçok problemin arkasına gizlenen güzellikleri görebilmek kişinin kendi mahareti olsa da çoğu kişi bunun zor olduğu kanaatinde sanırım. Çünkü günlük yaşamın içerisinde insanları iyi gözlemlerseniz şehir yaşantısının getirdiği yoğunluk, hız ve yaşam mücadelesi ile kişilerin çevresindeki güzellikleri göremediğini veya görmezden geldiğini anlayacaksınız. Sabah erken saatte evinden işine doğru yola çıkan bir kişi asansörde karşılaştığı komşusuna samimiyetsiz bir tebessüm ve akabinde ki o soğuk gerginliği çoğumuz hissetmiştir. Aynı binada yaşayan ama birbirleri hakkında hiçbir fikri olmayan insanların bu soğuk ambiyansın yaşanmaması için çaba harcamamaları da çok manidardır. Birbirlerine çok ihtiyacı olan kişilerin aslında aynı yerde olabileceği konusu hiç aklınıza geldi mi? Bazen gerçekten iyi olacak hastanın doktor ayağına gelir. Bu açıdan bakıldığında sosyal birer varlık olan bizler karşımızdaki kişiye samimiyetle ve severek bir merhabayı bir günaydını esirgememeliyiz. Halini hatırını sormaktan geri durmamalıyız. Görmezden gelmektense farkında olarak yaşamalıyız. Karşılaştığımız sorunların arkasında ki güzelliği görmek için idrakimiz açık olmalı ve bu şehir kalabalığının içerisinde yalnızlaşmadan sevmeli ve sevilmeliyiz. Yunus Emre nede güzel söylemiş ?Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım. Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz?

Kimseye kalmayacak olan bu dünyada hayat iyisiyle kötüsüyle zamana yenik bir şekilde ilerlemekte. Hüzünler, sevinçler, korkular, mutluluklar hep iç içe? Yaşamımızı iyileştirmekte kötüleştirmekte elimizde. Zifiri karanlıkta küçük, cılız, güçsüz bir ışığı görmek her zaman daha kolaydır. Bu hayatta karşınıza çıkan tüm olumsuzluklarda o küçük, cılız, güçsüz ışığı arayınız. O ışık bazılarımız için bir dosttur. Bazılarımız için akraba, bazılarımız için komşu veya bir öğretmen, kim bilir belki de düşman sandığınız kişidir. O ışığın nerede ve ne şekilde karşımıza çıkacağını bilmiyorum ama onu bulduğunuz vakit yolunuzu aydınlattığını fark edeceksiniz. Bugünden sonra yeni güne uyanın ve gülümseyin, yardım edin, selam verin, saygı gösterin, umursayın, değer verin göreceksiniz memnuniyetsizliklerinizin yerini sevinç ve umutlarla dolduğunu?

Sahi hayata bu şekilde samimi, içten bakan kaç kişiyiz?