Abdurrahman ZEYNAL


SU, ÇEŞME VE ERZURUM


 

Medeniyetler su zenginliğinin bol olduğu yerlerde ve iklimlerin müsait olduğu Güney ve Kuzey yarım küre paralellerinde tarihin derinliğinden başlayarak çağlar boyunca insanoğlunun maddeye, coğrafyaya verdiği şekillerle biçimlenmiştir. Mısır medeniyeti Nil vadisinde, Hint medeniyeti Ganj, İndus vadisinde, Anadolu uygarlıkları Kızılırmak, Fırat, Küçük ve Büyük Menderes vadilerinde hayat bulmuştur. Konuyla ilgili örnekler çoktur.

Su hayatın temeli, insanoğlunun vazgeçemeyeceği hayat unsurudur. İnsan var olduğu günden bugüne kadar su ile ilgili maniler, koşmalar, türküler, masallar, hikâyeler, kültür ve sanat eserleri olan köprüler, barajlar ve çeşmeler yapa gelmiştir. Köprüler ve çeşmeler Anadolu´nun Roma, Selçuklu, Osmanlı geleneğinde oluşturulan ihtişamlı sanat eserleridir. Selçuklu ve Osmanlı köprü ve çeşmeleri bir estetik ürünü, göze ve gönle hitap eden birer sanat abidesi ve sonsuza uzanan dua makamlarıdır. Yolcuların, kervanların konaklayıp geçtiği, soğuk sularından kana kana içtiği yerlerdir. Çeşmeler Selçuklu, Osmanlı kültür varlıklarından bize kalan yadigârlardır. Erzurum bu yadigâr eserlerle o dönemden nasibin almış bir su şehridir. Çeşmeler şehridir. Hayır, sever dedelerimizin bize miras bıraktıkları ölümsüz eserleridir.

Erzurum çeşmeleri dikdörtgen biçiminde birden fazla muslukla sularını akıtan, bir bölümünün kitabeleri hala mevcut olan kesme taştan yapılmış sanat eserleridir. Çeşmelere su getirilirken kanalların tahrip olamaması için kevenk taşlarından veya pöhrenklerle yapılmış pişmiş topraktan oluşan kanallarla bu işi yapmışlardır. Yaz-kış asırlardır akan çeşmelerimiz bir düşünce ve medeniyetin ürünüdür. Öyle ki dualarımıza bile geçmiş ? Su gibi aziz olasın, Su gibi ömrün uzun ola, Hayratımdan su içenler bir fatiha okuya? ifadeleri bir inanç ve düşüncenin ürünüdür. Osmanlıdan günümüze intikal eden çeşme sayısı beş yüze kadar çıktığı rivayet edilse de günümüzde bu sayı elliler civarındadır. Çeşmelerimizin büyük bir kısmı yok olmuş, var olanlarında suları kurumakla karşı karşıya kalmıştır. Bunun sebebi kentleşmeye, beton binaların temellerinin derinleştirilmesine bağlı olarak su yollarının tahrip edilmesiyle olmuştur.

Başlıca çeşmelerimiz; Cennet Çeşmesi, Gürcü Kapısı Hacı Mehmet Çeşmesi (1681), Safiler (Sabahane) Çeşmesi (1556), Kale Çeşmesi (1745), Yazıcıoğlu Çeşmesi (1748), İsmail Ağa Çeşmesi (1734), Çeteci Abdullah Paşa Çeşmesi (1750-1755), Dört Güllü Çeşmesi (1775), Osman Ağa Çeşmesi (1677), Narmanlı Camisi Çeşmesi (1734), Akpınar Çeşmesi, Hacı Dede Ağa Çeşmesi, Kırmızı Çeşme, Sansarcıbaşı Çeşmesi, Dabakhane Çeşmesi, Kırmızı Çeşmesi, Gül Ahmet Çeşmesi, Recep Ağa Çeşmesi, Paşa Pınarı Çeşmesi, Sıvırcık (Sığırcık) Çeşmesi ve Bakırcılar Cami Çeşmesi bulunmaktadır. Bunların yanı sıra kitabesi olmayan ancak, suları yönünden önemli çeşmeler de vardır. Bunların başında; Kırk Çeşme, Zeynel Çeşmesi, Cennet Çeşmesi, Dabakhane çeşmesi, Ali Paşa Çeşmesi, Ayas Paşa Çeşmesi, Bakırcı Çeşmesi ve Esat Paşa Çeşmesi gelmektedir.

İstanbul Sultan Ahmet Meydanında ki 3.Ahmet Çeşmesi, Kırım Bahçesaray´da ki Gözyaşı Çeşmesi ne kadar önemliyse Dabakhane, Şabakhane, Akpınar Çeşmeleri de Erzurum için o kadar önemlidir.

Ruslar kırım´ı işgal edince ünlü yazar Alexsandır Puşkin şehri dolaşmaya başlar ve ünlü Bahçesaray şiirini yazar. Rus´lar Kırım´ daki tüm isimleri değiştikleri halde bu şiirden dolayı şehrin isimini değiştirmez aynen korurlar. Onun için çeşmeler bizim özümüz, gözümüz ve ruhumuzdur.

Ruslar bir çeşmeye saygı duyarak şehrin ismine dokunmamış ise Erzurum´un mülki ve yerel idarecileri de Erzurum çeşmelerini, suyollarını aynı şekilde özenle korumalı, tamir ettirmeli ve gelecek nesillere aktarmalıdır.