Orhan DURMUŞ


UYGURLARDA SANAT ANLAYIŞI


 

Uygurlar (Uygur Devleti), Şehir hayatına geçen ilk Türk Devleti olmasının yanında tarih, sanat ve kültürel yönlerden büyük bir medeniyet kurmuş ve günümüze kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.

Uygurlar, kadim Türk tarihinin önemli parçalarından biri olan ve Türklerin en eski topluluklarından olan Töles´lerin bir boyudur. Türk tarihine sayısız kitabe, yazıt ve kültürel eserler bırakan Uygurlar yerleşik hayata geçerek yegâne geçim kaynağı olarak tarım ve ticareti seçen ilk Türk topluluğu olmuştur. 

"Uygurlar" telaffuzunun kelime kökenlerinin Oy(Uy)-Gur hecelerinin birleşiminden meydana geldiği düşünülmektedir. Oy, uymak ve birleşmek, ittifak etmek anlamında kullanılır. Uygurlara Çin kaynaklarında Kao-çi (Yüksek tekerlekli arabalılar) ifadesiyle rastlıyoruz. Türk kitabelerinde ise Dokuz Oğuzlar olarak ifade edilmektedirler. Dokuz oğuzlar ibaresi, dokuz ayrı oğuz boyunun bir araya gelerek oluşturdukları federasyonla güçlerini birleştirmesiyle ortaya çıkmış bir unvandır.

Uygurların Ana yurtlarının Orhun ve Selenga vadileri olduğu tespit edilmiştir. Gök-Türklere bağlı olarak yaşayan Uygurlar 744-45 de Gök-Türklerin yerine geçerek Uygur Devletini kurmuşlardır.

Kurucusu Alp Kutluk Bilge Kağan olup, ondan sonra oğlu Moyençur kağan olmuştur. Bugün ki Moğolistan´ın kuzeyinde Şine-Usu köyü kıyısında bir kitabe dikilmiş, bu uzun kitabede Uygur devletinin Kuruluşu, genişlemesi, kendisi ve babası Kutlug Bilge´nin zaferleri yazılmıştır. Çin de uzun süre kalan Böğü Kağan, fikir bakımından çok etkilenmiş ve dönüşünde dört Mani rahibini beraberinde ülkesine getirmişti. Bunların etkisinde kalan Böğü Kağan, ülkesinde Maniheizm, Hıristiyanlık, Budizm ve Mandehizm gibi dinlerin karışmasından oluşmuş bir dindi. Bu din savaşçılık duygularını zayıflatıyor, hayvani gıdaları yemeyi yasaklıyordu.

            Uygurların doğu Türkistan bölgesine göçleri, tamamen yerleşik hayata geçmelerini de beraberinde getirmiştir.

            Türk sanatının kökenini incelerken, ilk örnekleri başlatmadan önce Asya da gelişen Türk sanatının erken evrelerini incelemek yerinde olacaktır.

            İslam´dan Önce Orta Asya Türklerinde Resim;

            Kayalar üzerine kazıma tekniği ile çizilen petrogliflerin oluşturduğu en erken örnekler zengin bir içeriğin ilk habercisidirler.

            9. ve 10. Y.y. da orta ve yakın doğu´da yaygınlaşarak gelişen Erken islam sanatı ve eş zamanlı Türk sanatı ve bu kapsamda da Türk resmi açısından önemli ve radikal gelişmeler ve değişiklikler Horasan´ın hatta Amu Deryanın Doğusundaki Orta Asya Türk coğrafyasında olmuştur.

            11. y.y. la birlikte kalıcı ve zengin boyutlarını Anadolu´da izleyebildiğimiz Türk sanatının, bu kapsamda da Türk tasvir dünyasının bu yarımadada nasıl bir senteze ulaştığı sorusu aslında çok uzunca bir süredir sanat tarihçilerini 8.y.y. dan çok daha erken dönemlerde köken, kaynak arayışlarına yöneltmiştir. Böylece de Türk sanatının daha eskilere inen gelenekleri araştırılmaya başlanmıştır.

            18. y.y. başlarından itibaren Orta Asya tarih ve sanatı hakkında ilk bilgiler Misyoner din adamları ile seyahatnamelerden elde edilirken, bir süre sonra bilimsel amaçlı ilk arkeolojik kazılarda yapılmaya başlanmıştır. W. Radloff´un 1856 yılında Altay kurganlarında yaptığı kazılar bu yoldaki ilk bilimsel girişim olarak kabul edilir. Ardından, 1865 ve 1897 yılında yapılan kazılarla Berel, Katanda ve Maykop Kurganları (kutsal mezar) çok zengin arkeolojik malzeme sunmuştur. 1904 yılına gelindiğinde ise batı Türkistan da bugünkü Türkmenistan´ın başkenti Aşgabad yakınındaki Anav öreninde ortaya çıkarılan eserler orta asya kültür tarihinde yeni bir çığır aşmıştır. Arkeolog R. Pumpelly kazdığı büyük höyük İ.Ö 9. Bin ile İ.S. 4. Y.y. arasına tarihlenen pek çok kültür katını ortaya çıkarmıştır. Yakın doğu ve ön asya ile çağdaş buluntuları vermesi bakımından önemli olan bu kazıda ortaya çıkarılan Türkmen dokumalarında görülen süsleme unsurları ile ortak motifler ile süslü seramik ve süs eşyaları kültür sürecinin devamlılığını ortaya koyması bakımından önemli unsurlarıdır. Ardından 1911 yılında kazılan Mayemir kurganında baskı tekniği ile işlenmiş altın levhalardan zengin bir koleksiyon elde edilmiş, A. Adrianov ve Veselousky Hazar ve Karadeniz´in kuzeyindeki alanlarda Hun ve İskit Kurgan kazılarını sürdürmüşlerdir. 1912 yılında Moğolistan da Ulan Bator´un Kuzeyindeki Noin Ula´ da bu bulunan kurganlar önce tespit edilmiş daha sonra on yıl kadar bu bölgede çeşitli kazılar yapılmıştır. Ancak Orta Asya Türk sanatı ve arkeolojisi için büyük müjde 1929 yılında Leningrad Hermitage müzesi adına Altaylarda Pazırık bölgesinde yapılan kazıdan gelmiştir. Burada, buzlar içinde korunmuş, Hun aristokratlarına ait olduğu sanılan kırka yakın kurganda at ve insan cesetleri elbiseler, sikkeler, takılar ve kumaşlar olağanüstü bir sağlamlıkta bulunmuştur. Daha sonra bu bölgede kazılara devam edilmiş, ancak çok önemli buluntular 1947 ve 1948 yıllarında S.I. Rudenko´ nun açtığı 2 ve 5 numaralı Pazırık kurganlarında ortaya çıkmıştır. Bu buluntular bugüne kadar Orta Asya kültür tarihini aydınlatan en önemli bulgulardır. En az 2 ve 5 numaralı kurganlar kadar önemli buluntular elde edilen 1 numaralı kurgandaki eşyalar arasında çıkan renk renk keçe ve derilerle süslü eğer örtülerinde İskit sanatından da hatırlanan zengin bir tasvir programı görülür. Sağrı sarkıntıları koç başı şeklinde olan bu eğer örtülerinin bazılarında kanatlı bir grifonun bir dağ keçisine saldırması enstantanesi gibi tasvirler dikkatleri çeker. Yine bu kurgandan çıkan eğerler de de Aslan, balık ve insan başı şeklinde Tözler yapılmıştır. Ele geçen gemlerin süslemelerinde de yine insan ve hayvan figürleri dikkati çeker. Özellikle S.I. Rudenko tarafından 5 numaralı kurganda bulunan 183x200 cm. ölçülerindeki Hun halısı çok önemlidir. Hele Türk düğümü ile dokunmuş olması ve üzerindeki figüratif süsleme ögeleri, İslam öncesi Türk sanatı kronolojisini daha erken dönemlere götürerek, bu kültür sürecinin daha da eski olduğu gerçeğini ortaya koymuştur.                        

            Kabul ettikleri inanç sistemi ve yerleşik yaşam tarzı, Uygur dilinde bedizci olarak isimlendirilen ressamların eli ile güzel sanatların pek çok dalında üstün ve başarılı eserlerin verilmesi sağlanmıştır. Özellikle resim, heykel, yazı ve resimlenen eserlerin bir kitap şeklinde saklanması zorunluluğu, bilinen ve sanat değeri yüksek ilk cilt örneklerinin Uygur Türkleri tarafından ortaya konulması ile sonuçlanmıştır. Bütün medeniyetlerde olduğu gibi, Uygurlarda da inanılan dinler, sanatsal faaliyetlerin hem esin kaynağı hem de sanata yön veren baskın unsur olmuş, böylece resim, heykel, tezhip, dokuma ve cilt sanatında mükemmel eserlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

            Uygur resim sanatı her ne kadar Uygur medeniyetine tesir eden Budist, Maniheist, ve İslami etkiler içerisinde gelişmişse de Kağan resimlerinde Avrasya Üslubunun kozmik anlayışından vazgeçilmediği görülür. Uygur bölgesi resimlerinde atlı Türk hükümdarlarının başları haleli olup bunlar gökle alakalı kutsal hükümdar anlayışının ifade biçimidir.

Hakanın göksel kaynaklı olduğunu gösteren bir diğer işaret de atının ak-beyaz olmasıdır. Çünkü Uygur sanatında ancak göksel şahıslar beyaz at üzerinde tasvir edilebilirdi. Hun ve İskit geleneğinde olduğu gibi burada da atın kuyruğu düğümlü olup, hakanın elinde bir flama tutmakta, ok sadağının üzerinde yine görsel bir simge yer almaktadır. Bu simge büyük hakanlara mahsus bir simge olup, ancak evrene hâkim olma iddiasındaki bir hükümdarın kullanabileceği astral bir simgedir. Atların kuyruğunun düğümlü ve sürücüsünün geriye dönük bir şekilde ok atma tasviri, yine Uygur dönemi ipekli bir dokumada karşımıza çıkmaktadır. Bu durum Avrasya üslubunun Uygur sanatı ve medeniyetinin çok canlı bir şekilde yaşatıldığını gösterir. İnanılan yeni dinlerin eski inanç sisteminin şekillendiğini ve Türk toplumunun yaşam tarzını belirleyen Avrasya üslubunun etkilerini yok edemediğini, aksine bu yeni dinler içerisinde bile Türklerin tavizsiz bu üslubu yaşatması, geleneğin çok köklü ve kendine güven ile ancak açıklanabilir.  

Klasik Uygur Dönemine ait bir resim, Üstte oturur vaziyetteki figürlerin giydiği elbiselerde yer alan üç benek motifler 16. Y.y. klasik Osmanlı Dönemi kumaş süslemelerinde severek kullanılan bir desen olarak görülecektir. Klasik dönemin üsluplarından olan natüralist tarzın ilk örnekleri de yine bu resimde görüldüğü gibi Uygur resimlerinde karşımıza çıkar. Özellikle hatailer, sümbüller, bitkisel kıvrık dallar canlı renklerle tıpkı klasik dönem olduğu gibi verilir ki bu da Türk sanatının sağlam temeller üzerinde geliştiğini gösterir.

            Hakanın göksel kaynaktan geldiğini gösteren bir başka ifade tarzı ise bindiği benekli at olup, Osmanlı minyatürlerinde karşımıza çıkar. Benekli at, Orta Asya inanışında ejder ve kısraktan olma göksel bir binek olup, kut veren yol Tengri´ nin atı olarak inanılır. Uygur resim sanatında at figürlerinin ön ayakları hareket eder tarzda hareketli verilmesi, Avrasya üslubunun en belirgin özelliklerindendir. Azerbaycan, Selçuklu ve Osmanlı dönemi mezar taşlarında sıkça tekrarlanan bir konudur. Mezar taşlarında görülen bu at figürleri sürücüsü olmadan ve eğersiz olarak görülebilir onların yerine çiçek yada kuş figürleri çizilerek ölen kişinin ruhunu temsil etmekte ve ölen kişinin göksel aleme yolculuğunun at ile beraber yapıldığına inanılmakta idi.

            Almanya ? Berlin müzesinde sergilenen Türk resim sanatının örnekleri incelendiğinde, Uygur resim sanatını bize göre primitif(gelişmemiş-ilken), arkaik(erken dönem) ve klasik evre olmak üzere üç döneme ayırmak yerinde olacaktır. Dini inanışların etkilerinin yoğun olduğu düşünüldüğünde, başta duvar resimleri ve dini öğretilerin verildiği resimli yazma eserlerde bu üç evrenin üslup özelliklerinin, net bir şekilde uygulandığını görüyoruz.

            Yazma eserlerdeki dini konulu minyatürlerin, vakıf yapan Uygur prensleri ile mani ve Uygur rahiplerinin, renklerle belirtilen bir hiyerarşik konuma göre yerleştirildikleri görülür. Duvarlara işlenmiş, sosyal içerikli resimlerde de, bu dinlerin Uygur bölgesine, geldiği coğrafyaya ait kültürlerin izleri çok canlı bir şekilde ortaya konulduğu dikkati çekmektedir. Bu etkiler, Türk minyatür sanatının gelişimine tesir eden en önemli kaynaklar olarak karşımıza çıkarlar. Uygur resim sanatının bir diğer özelliği ise portre geleneğinin ilk Türk resim örneklerini içermesidir. (oval yüz, badem gözeler, hafif kemerli burun ve küçük bir ağızdan oluşan yüz)

Ayrıca insan ve hayvan resimleri yanında Budist ve Maniheist inanca dayalı ilah resimleri yaparak Çin sanatına ?Türkistan ekolü? olarak etki ettikleri araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir.

Sonuç olarak Bir medeniyetin inanç sistemi kültür ve sanatın da her zaman etkili bir unsur olduğunu, Uygur medeniyetinin de sosyal yaşamı, inanç sistemi ışığında ve yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen buluntular göstermektedir ki  Avrasya üslubunun Uygur sanatı ve medeniyetinde çok canlı şekilde yaşatıldığı (Mücadele üslubu- Kıvrık dal üslubu-Kozmoloji Üslubu) , inanç sistemi deyişse de Avrasya üslubunun etkilerini yok edemediğini, Türkler geleneğini her zaman yaşattığını, bunun sebebinin ise köklü ve ayaklarının sağlam temeller üzerinde olduğu açıkça görülmektedir.  Elde edilen günümüze kazandırılan bu eserlerin ışığında köklü bir medeniyetin üslup özelliklerinin etkilerini her dönemde yaşattığını ve hatta günümüzde dahi Türk-İslam sanatlarında hala etkili kaynak olduğunu gözlemleye biliyoruz.