Köyde herkesin çekindiği kadındı. Kaynanalar, analar, görümceler,
gelinlik kızların yanı sıra genç erkekler, hastalar, sakatlar, çocuklar At
Suratlı Neriman’ın ismini besmelesiz ağızlarına almazlardı.
Göbeğine kadar sarkmış iri memeleri, iri kemikli kısa boyu, erkeğe
benzer sesi ve kişnemeyi andıran gülüşüyle Neriman daha bebekken
dikkatleri üzerine çekmişti. Ata benzeyen simasıyla kısa sürede köyde
ve civar köylerde duyulmuş. Ölmüş büyükannesinin ismi verilen
Neriman kısa zamanda büyüyüp dillenmiş. Alnın ortasındaki siyah
akmayla lakabını hak ediyordu. Köy okulunda okurken görüntüsüyle
herkes Neriman’la dalga geçiyordu. Yaşıtlarına göre daha geç
okumayı söktü. Okula gitmek istemiyordu. Babası Halim Çavuş,
“Kızımı okutacağım. Benim gibi, anası gibi cahil kalmasın” diyerek
Neriman’ı zorla da olsa okutmuştu. İlkokulu bitirdikten sonra
Neriman, tarla ve ev işlerinde annesine yardım ediyordu. Mecbur
kalmadıkça dışarı çıkıp arkadaşlarıyla oynamıyor, komşu
gezmelerinde annesine eşlik etmiyordu. Aynalara da küsmüştü.
Yaşıtları mutlu bir yuva kurup, evlenirken Neriman’la kimse
evlenmemişti. Kendisine ‘At Suratlı Neriman’ lakabını taktıkları için
komşularına, arkadaşlarına, akrabalarına, köylülerine hınç besliyordu.
Madem köylüleri daha doğduğunda kendisine lakap takıp hayatını
zehir etmişti, Gelinkayalar’daki yatır üzerine yemin ederek köydeki
herkese lakap takıp, bütün aleme rezil edecekti. Kalçaları dolgundu,
hatları alımlıydı ama kısrağa benziyordu. Ne vardı bunda bu toplum at
gibi kadını çok severdi.
Harman mevsimi sonlarında Erzurum’dan yetmiş kilometre uzaktaki
köye arabamla akraba düğününe katılmak için gittim. Tozlu köy
yolunun kenarındaki tarlada çalışan başı örtülü bir kadının yanında
arabamı durdurup Tahsin Dayı’nın evinin yerini sormak için, “Bacım
kolay gelsin.” dedim. Serin havada başını kaldırıp, terlemiş yüzünü
saklayarak, soğuk bir ifade ile “Sağol. Buyur, bir şey mi diyecektin”
diye sordu. Bir suç işlemiş gibi utanarak, “Bacım bu köyden misin?
Tahsin Dayı’nın evini soracaktım.” diye karşılık verdim. Baktığı
yerden başını kaldırıp yüzüme kısa bir süre bakınca gözlerime
inanamadım. At kafalı bir insan. Sanki bir atla konuşuyordum. Evet
bir atla. Ama bu bir insandı. Hem de bir kadın. Böyle bir şey
imkansızdı.” Terlemiş at yüzü, uzun kirpiklerinin altındaki iri siyah
gözleriyle, gözlerimin içine bakarak, “Gıllo Tahsin’i mi? Yoksa
camışyıkan Tahsin’i mi soruyorsun?” Hangisinin Tahsin Dayı
olduğunu bilmiyordum. Çünkü Tahsin Dayı’nın lakabının olup
olmadığından haberim yoktu. “Bacım, karısının ismi Nazire, bugün
oğlunun düğünü olanı” sordum deyince, “Terlik Nazire’nin kocası
Gıllo Tahsin’i soruyorsun sen. Yolu takip et. Köy meydanından
aşağıya sağa dön. Çeşmenin önündeki mavi tırhıçlı ev Gıllo Tahsin’in
evi. Haydi de get yoluna” sözlerini alaylı üslupta söyledi. Tekrar
tarladaki işine devam etti. Üç dakika sonra Tahsin Dayı’nın evinin
önündeydim. Arabayı evin önüne park edip, şaşkınlık ve gülme
eşliğinde Tahsin Dayı’nın evinin kapısından içeri girdim. Gece düğün
olacağı için evin kapısı açıktı. Dışarıda kara lastikler, yırtık eski,
boyasız ayakkabılar rast gele çıkarılmıştı. Selam verip erkeklerin
oturduğu odaya girdim. Tahsin Dayı ve diğer konuklar ayakta
karşılayıp makatın başköşesine beni oturttular. Şehirden gelen misafir
azizdi. Kısa bir hoşbeşten sonra Tahsin Dayı’ya biraz önce yaşadığım
olayı ve karşılaştığım bayanın ata benzeyen simasını kendime
saklayarak, anlattım. Tahsin Dayı ve odadakiler hep bir ağızdan
güldüler, aralarında fısıldaşmaya başladılar. Tahsin Dayı derinden iç
çekip, “Metin yeğenim, At suratlı Neriman’a adres sormuşsun.
Köyümüzün en renkli, en musibet, en komik, kendisinden korkulup,
çekinilen kadınına denk gelmişsin.”
“Nasıl yani.” diyerek Tahsin Dayı’nın sözünü kestim.
Karşı duvarın dip tarafındaki yerde kalın minderde bağdaş kurup
oturmakta olan yetmiş yaşındaki sakallı, kambur Akif dede söze
girerek, “Ola gardaş bu kadın bir afet. Elimizde büyüdü. O tuz
beş haneli iki yüz nüfuslu köyde, eşiğinden, beşiğindeki herkese bir
lakap taktı. Otuz yaşına kadar Akif olarak tanınan ben bu kadın
sayesinde namım ‘Eşek ısıran Akif ’e çıktı.” Bu sırada Tahsin
Dayı’nın yanında oturmakta olan orta yaşlardaki ‘Böcek Fazıl’ ‘Eşek
ısıran Akif’e takılarak, “Ağabey, muhtarın o pis kokulu yaşlı eşeğini
ısırmanı bir anlatsana. Anlat da o da biraz tanısın senin ne gibi bir
herif olduğunu.” Eşek ısıran Akif, birden asabileşerek elinin tersiyle
‘hadi oradan’ diyerek, konuşmasını yarıda kesti.
Cami imamı olduğunu belirten Sırrı Hoca, çekmekte olduğu oltu taşı
tespihini makatın üzerine bırakarak, “Dinimizde lakap takmak, iftira
atmak günah. Tamam, köylerde, kasabalarda küçük yerleşim
birimlerinde aileler, kişiler fiziksel özellikleri, meslekleri ya da
yaşadıkları ilginç olaylara göre isimlendirilirler. Allah iyi etsin bu
kadını, köydeki herkese lakap taktı. Bu muhtereme bana bile lakap
taktı. “Tahsin Dayı yüksek sesle gülmeye başladı. Sırrı Hoca, “3 yıldır
bu köyde imam hatibim, herkes ‘Hocam’ diyerek izzet ve ikramda
bulunurken bu muhtereme bana da lakap taktı. ‘Leylek imam…’,
Tahsin Dayı, imamın konuşmasına müdahale ederek, “Yeğenim,
bizim caminin minaresinin yanındaki elektrik direğine leylekler yuva
yapmış. Allah razı olsun, hocamız da leylekleri, yuvalarında
ürkütmemek ve rahatsız etmemek için ezanı hoparlörden okumak
yerine minareden alçak sesle okumaya başlayınca, At Suratlı
Neriman’da hemen bu olayın ardından Sırrı hocamızı, ‘Leylek imam”
yaptı.
Neriman’ın teyzesinin oğlu olduğunu belirten yirmi yaşlardaki
Hamza, “Valla ezemin kızı. Bizden çok büyük ama ondan babamda,
anamda, bende çekiniyoruz. Sadece biz değil bütün köylü çekiniyor.
Ola zalım, haydi komşulara, öğretmene, imama, çevre köylerdekilere
lakap taktın anladık. Bari ezen oğlu Hamza’ya lakap takmasaydın.
‘Tüysüz Hamza’. Aha hepinizin de gördüğü gibi köse değilim. Ama
lakabım ‘Tüysüz Hamza’ oldu. Sakalım geç çıktığı için bu lakabı
takmış. Ezemin kızı etiket yapıştırır gibi herkese lakap yapıştırıyor.
Allah sonunu iyi etsin. ”
Atatürk Üniversitesi ziraat fakültesinde öğrencisi İbrahim, kısa
öksürükten sonra, “Metin Bey, saçlarımın kıvırcık olması ve
üniversite öğrencisi olmamla birlikte benim de lakabım oldu. Bu
musibet ablamız bana da ‘Maydanoz’ lakabını taktı. Ne varsa dilinde
var. Kalbi temiz olduğu için kimse de bugüne kadar kendisiyle ne
kavga etti ne de suç duyurusunda bulundu. Köylü kısmı atı sever ama
at suratlıları sevmez. Evlenip yuva kuramadığı için bizden öcünü
böyle alıyor.” dedi.
Bu sırada odanın ortasına yer sofraları kuruldu. Etli bulgur pilavı, su
böreği, ayran çorbası, salata ve baklavadan oluşan düğün yemeğinde
de At Suratlı Neriman’ın sohbeti koyu bir kıvam aldı. Yemekten sonra
köyün gençleri kıtlama şekerli çayları getirdi. Limonlu çayın birisi
gidip diğeri geldi. Sarma tütün ve sigaralar eşliğinde çay faslı sona
erdi. Kapısı açık bulunan odanın içerisi sigara dumanından göz gözü
görmüyordu.
‘Kıstik Murat’ elinde iri sarı taneli kehribar tespihini şaklatarak,
“Aslında hepimizin mustarip olduğu bu konudan gizli de keyif
alıyoruz. Akşam eve gidince herkes karısıyla, kocasıyla bugün At
suratlı Neriman kime ne lakap takmış diye soruyoruz. Kimisi dank
diye yerine oturmuş kimisi ise sırıtmış diye yorumda bulunuyoruz.
Çocukken, Almancı Kerim ağabey yarıya kadar içtiği Marlboro
sigarasının izmaritini yere atmıştı. Ben de merak edip izmariti içtim.
Ulan nerden haber aldı, nasıl gördü ya da kimler iletmişse ertesi gün
At Suratlı Neriman abla bana, “Kıstik Murat” neydirsen, demez mi?
Ağabey dondum kaldım. Karım bile bana kızdığı zaman,‘Kıstik
Murat’ demiyor mu çıldırıyorum. İlçede, şehirde bile lakabımız anında
duyuluyor.”
Öğretmen Celal Bey, At Suratlı Neriman’ın köyün beşeri, kültürel
zenginliği olduğunu dile getirerek, “Bu lakap işi komik gibi görünse
de aslında çok güzel bir olay. Hoşgörü kültürünü yansıtıyor.” deyip,
çayından bir bardak yudumladıktan sonra, “Ne çabuk unuttunuz
Neriman ablanın gazetelerdeki röportajını. Üç, dört yıl önce bu lakap
takma nedeniyle köyümüze gelip Neriman abla ile fotoğraflı röportaj
yapılmıştı. Gazetenin o sayısı hala arşivimde saklı. ‘Hoşgörünün
köyü’ manşetiyle tam sayfa yayımlanmıştı bu röportaj gazetelerde.”
60 yaşlarında süt sığırcılığı yapan Dana Nihat, sararmış dişlerinin
arasından sırıtarak, “Geçen yıl oğlumu aşağı köyden nişanladım.
‘Maşallah gelinim çok güzel. Melek gibi, dünyalar güzeli bir kız.
Yengenize, “Bu gudümsüz Neriman’a git. Bir tane ahırdaki
danalardan birisini hediye et. Kendisine de, gelinime lakap
yapıştırmaması ricasında bulun’ diye gönderdim. Eksik etek yengeniz,
“Neriman abla, nasipse bu güz Osman’ı aşağı köyden, Yazıcızadelerin
kızı Nalan ile evereceğiz. Kurbanın olayım. İlk gelim olacak bu dünya
tatlısı kıza bir lakap takma olur mu? Bak sana bir dana getirdim.
Hediyem olsun. Ananın ak sütü gibi helal olsun” demiş. At Suratlı
Neriman’da, “Anam ben niye lakap takayım elin sabisine. Önceki yıl
bir düğünde gelininiz olacak Düttüemmigil’in sıçan Nalan’ı
görmüştüm.” deyince hatun da danayı geri getirip ahıra bağladı.
Düğün saatine kadar At Suratlı Neriman’ın lakap taktığı köylüler ile
sohbet ettim. Düğün sonrası gece arabayla eve döndüm. Ertesi sabah
Tahsin Dayı, iş yerimdeki telefonumdan arayarak, “Tırro ne
yapıyorsun.” Şaşırdım kaldım. Tahsin Dayı ne, ‘tırro’su’ ne diyorsun
Allah aşkına anlayamadım.” Tahsin Dayı, “Adres sorduğun At Suratlı
Neriman sabah hayırlı olsuna geldi. ‘Gıllo Tahsin, dün mavi
arabasıyla bir Tırro seni soruyordu. Akraban mı? Kibar birisine
benziyordu ama ‘tırroydu’.” dedi. “Ben de elçiye zeval olmaz deyip
sana lakabını bildireyim dedim yeğenim. Haydi sağlıcakla kal Tırro
yeğenim.”
SON