Abdurrahman ZEYNAL


BİR ZAMANLAR KÖYDE KADIN OLMAK

BİR ZAMANLAR KÖYDE KADIN OLMAK


Saatleri yoktu. En güzel saatleri horozların seher vaktine ötüşüydü. Aman Allah'ım ne müthiş bir olaydı..
Annelerimiz horoz sesiyle uyanır, abdestini alır, sabah namazını eda eder güne hızlı başlangıç yaparlardı. Nasıl yapmasınlar ki dünyanın işi onları bekliyordu...
Ahırda önce koyunları, sonra inekleri sağar, sütlerini kovalara koyar dinlenmeye bırakırlardı. Şömine varsa şöminede, soba varsa sobada çaydanlıklara su koyar, tezek sobasını yakar ve kaynamaya bırakır ahıra koşarlardı.
Önce koyunlar, sonra inekler, sonra  kuzular ve en son  danalar çobanlara teslim ederlerdi.
Sofra hazırlanır, hane halkı yer sofrasında yani sini etrafında yerlerini alır, ailecek sabah kahvaltısını yapar, erkekler evden ayrılırken anneler  sofrayı toplar, unu eler, hamuru yapar, ekşimeye bırakırlardı.
Bitmedi... Sütler tandırın yakılmasıyla hetircek üzerine konur kaynaması beklenirken yayıklara önceki günlerden ekşimesi için bırakılan sütler doldurulur, soğuk su ilave yapılarak yayık yayılmaya başlanırdı.
Annelerin bir ayağı yayık yayarken fırsat buldukça tandır üzerindeki sütü kontrol eder bir koşuşturmadır ki akıp giderdi.
Yayıkta tereyağları kıvamını alırken sütlerde kaynamış olurdu. Bu arada hamur ekşimiş, tandır tavına gelmiş artık rapata ile şurta yapıştırılarak ekmeklerin pişirilmesi başlamış olurdu.
Tandırdan çıkan ekmeklerin kokusu kilometrelerce öteden insan burnuna ulaşır, muhteşem ekmek kokusu köyü sarardı.
Tandırda ekmek pişmesinin sonucunda sıra güveçlere konulmuş yemekler tandırın dibine yerleştirilerek engâhtan pişmeye bırakılırdı. Evelik pancarı, pazı pancarı, bulgur pilavı ve lor dolması hele birde suböreği varsa muhteşem bir öğle yemeği bizleri beklerdi.
Öğle namazları kılınır aile tekrar sofra başında toplanmış olurdu. Annelerimiz yeniden bizleri yedirip içirirdi. Yemek sonrasında çayıra, bayıra, tarlaya bizler giderken ev işleri yine annelerimize kalırdı.
Koyun sürüleri gelmiş, sağılmış yola vurulmuş olurdu ki ikindi vakti gelmiş olurdu. O da ne kalak gölgelerinde bahçelerde veya gölge yerlerde mahalle kadınları bir araya gelir demlenmiş çayları muhabbet eşliğinde yudumlarken günün ilk yorgunluğunu atıp birazda dedikoduyla akşamı karşılarlardı.
Nineler yine devreye girmiş nahırları içeri almış, koyunları ağıla kapatmış, sağılacak inek ve koyunlar sağılmış, hap yapılacak sütlere sıra gelmiş komşulara götürülerek haplar tamamlanmış olurdu.
Artık akşam ezanları okunmuş, erkeler çayırdan, tarladan eve dönmüş olurdu. 
Annelerimiz yeniden sofrayı kurar, başta babamız olmak üzere ailenin tüm üyeleri sofrada toplanmış Allah ne vermiş ise şen şakrak yenilerek gün tamamlanmış olurdu.
Artık yatsı ezanları okunurken babamız camiye giderken bizlerde mahallenin çocuklarıyla akşam sohbetine başlar, ay ışığında doyumsuz sohbetlerin tadını çıkarırdık.
Annelerimiz evde boş durmaz yıkanacakları yıkar, ertesi günün yoğurtlarını mayalar, namazlarını eda ettikten sonra  camiden babamızın gelmesini bekler, yer yataklarını serer, herkesi yatırdıktan sonra ancak yatağa girerlerdi.
En az on sekiz saattir koşan , koşuşturan annelerimiz, köy kadınları yorgunluktan bitap düşmüş, kendilerini zor yatağa atarlardı.
İşte annelerimizin, yani köy kadınlarının bu muhteşem dayanma güçlerini, sabırlarını, çilelerini yaşamadan, görmeden, bilmeden konuşmak mümkün değildir.
Köy kadınlarının bu çileli hayatını görmeyenler köy kadınlarını anlatamazlar.
Unutmayın köy kadınları Türk kadınlarının sabır timsali insanlarıdır.