Abdurrahman ZEYNAL


ÇİÇEK AŞISINI BULAN TÜRKLER NEDEN AŞI ÜRETEMİYOR

ÇİÇEK AŞISINI BULAN TÜRKLER NEDEN AŞI ÜRETEMİYOR


Dünya yeni bir salgınla karşı karşıya... Çiçek aşısı üretimi gündemde... Dünya ve Türkiye bu salgına karşı ne kadar hazır... Bu yazıda Türkiye'nin aşıyla ilgili serüveni özetle anlatılmıştır. Umarım faydalı olur.
Tarihin derinliklerinden günümüze kadar virüsler ve bakterilerin sebep oldukları bulaşıcı hastalıklar, salgınlar milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Tarihte Çiçek Aşısı ile ilgili bilgi Er-Razi'nin 1100 yıl önce yazdığı eserinde kaydedilmiş, ilk uygulama ise Çin Sarayında tatbik edilmişti.
Bulaşıcı hastalıklara karşı ilk karantina uygulamasını Sevgili Peygamberimizin hadisinden öğreniyor, Hz. Ömer'in tatbikatından anlıyoruz. Yazılı metinlerde taun(veba) gibi hastalıkların varlığı bilinse de neyin sebep olduğu konusunda bir bilgi bulunmaktadır. Konuyla ilgili ilk belgeye 1721 yılında  İngiltere'nin İstanbul büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu çiçek aşısıyla ilgili bir not düşmesine karşılık 1790'larda İngiliz bilim adamının çiçek aşısıyla ilgili bir yazısı dikkat çekmiştir.
Almanya'da  Bakteriyoloji biliminin kurucusu olarak kabul edilen Robert Koch “Şarbon, Tüberküloz, Kolera” bakterilerini keşfederek alınacak önlemleri uygulamaya koymuş, 1891 yılında "Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsünü" kurarak mücadele etti. Koch vefat edince Enstitü ad değiştirerek "Robert Koch Enstitüsü" adını alarak 133 yıldır Almanya'nın sağlık işlerinde öncülük etti.
Paris'te Pasteur aşı çalışmalarını yürütürken 2.Abdülhamit  önce İstanbul'a gelmesini önermiş olmayınca da bugünün İstanbul'daki 180-200 ev fiyatı kadar parayı Pasteur'a göndererek 3 kişiyi  hastalığı öğrenmeleri karşılığında bu enstitüye göndermişti.
Özellikle o dönem Kolera, Kuduz, Veba hastalıkları toplumu perişan ediyordu. Paris'ten 1887 yılında İstanbul'a dönen,  Müderris Aleksandır Zoerus Paşa, Yarbay Dr. Hüseyin Remzi ve Yarbay Veteriner Hüseyin Hüsnü ilk kuduz tedavi merkezini kurarak 2521 hastayı tedavi ederken 13 ölümlü vaka gerçekleşmişti. Yine difteri serumu üreterek tedavi sürecini hızlandırdılar.  Aynı yıl kuduz aşısı Türkiye'ye getirildi. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanede ilk kuduz aşısı üretildi. 1889 yılında Bağdat'ta, 1893 yılında İstanbul'da Kolera hastalığı yaygınlaşınca II. Abdülhamit Dr. Henry Chantemesse'yi İstanbul'a davet ederek salgının durdurulmasına çalışmış, doktoru altın madalya ile ödüllendirmişti.
Çiçek hastalığı çocukların baş düşmanıydı. 1892 yılında çiçek aşısı üretilerek bu hastalığın önüne geçilmeye çalışıldı. 1896 yılında difteri, 1897 yılında sığır vebası, 1911 yılında tifo ve 1913 yılında kolera aşıları üretilerek hastalıkların önüne geçilmeye çalışıldı.
Birinci Dünya Savaşı içinde Erzurum Hasankale'de kurulan aşı üretim tesisleri Erzurum’un işgali üzerine Erzincan, Sivas, Kayseri ve Halep'e kadar taşınmış, tifo, tifüs salgınlarından  on binlerce asker ve sivil ölürken Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa'da tifüsten ölenlerin arasında yer almıştı.
Kurtuluş Savaşı içinde ve sonrasında salgınlar Anadolu'yu perişan ediyordu. Özellikle verem yıkıcı etki yapmaktaydı. 1927 yılında ilk BCG aşısı üretilerek hastalar üzerinde  uygulanmaya başlandı. Almanların 1891 yılında kurdukları enstitüden yaklaşık 27 yıl sonra 1928 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü (Dr. Refik Saydam Enstitüsü) kurularak bulaşıcı hastalıklara karşı daha önemli işleri başarmak için faaliyete geçildi. 1931-1996 arasında tetanos ve difteri aşısı üretildi. 1936 yılında Hıfzıssıhha Okulu açılmış, 1937 yılında serum üretimine geçilmiş, 1940 yılında Çin'de çıkan salgına karşılık bu ülkeye Kolera Aşısı gönderilmişti. Türkiye 1940'a kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, Kolera, Boğmaca, Tetanos, Kuduz aşıları üreten bir ülke idi. 1942’lerde ABD’ye aşı satan bir ülke idik. 
1942 yılında tifüs aşısı ve Akrep serumu üretilirken 1947 yılında "Biyolojik Kontrol Laboratuvarı" kurulmuş, 1950 yılında Grip Aşısı(influenza), 1976 yılında Kuru BCG aşısının deneysel üretimine başlanmış, 1983 yılında elde edilen sonuçlar neticesinde seri üretime geçilmişti.
1968 yılında kurulan Serum Çiftliğinde "tetanos, gazlı kangren, difteri, kuduz, şarbon ve akrep serumları" üretilmiştir.
1996 yılında  kuduz, 1997 yılında BCG aşı üretimi durdurulmuş, 2004 yılında ise tüm aşıların üretimi sonlandırılmıştı. 2004 yılında aşı üretim enstitüsü bakanlar kurulu kararıyla kapatıldı.  Yine "Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitü Merkezi Başkanlığı" 2 Kasım 2011 tarihinde resmi Gazetede yayınlanan 663 sayılı kararname ile kapatılmış,  Enstitünün bütün görevleri "Halk Sağlığı  Kurumuna" devredilmiş, bu tarihten sonra aşı ve ürünleri yurt dışından ithal edilmek suretiyle ihtiyaç giderilmeye çalışıldı.
Korona Virüsü olayı gösterdi ki, ülkeler bu tür salgınlarla her zaman karşı karşıya gelecektir. O halde Almanların yaptığı gibi çıkarılan yeni kanunlarla güçlendirilen Robert Koch Enstitüsü gibi Türkiye Dr. Refik Saydam Enstitüsünü kapatarak değil yeni kanunla güçlendirip ülkeyi geleceğe taşımalıydık.
Sonuç olarak Türkiye tarihi tecrübelerini koruyarak, ıslah ederek, yeni teknolojilerle destekleyerek aşı çalışmalarını geliştirseydi bugün virüslerin sebep olduğu bu salgınlarla mücadele etmemiz kolay, dünyaya aşışı satarak hem ekonomik kaynak, hem de dünyada prestij elde etmiş olurduk….