Abdurrahman ZEYNAL


DERE YATAĞINI DEĞİŞTİRİNCE FELAKET OLUR

Ankara ve yurdun pek çok yerinde yağmur yağdı. dere yatakları taştı. İnsanlarımız boğuldu. Maddi tahribatlar yaşandı. Günler önce Dereler üzerine yazdığım yazıyı önemine binaen tekrar paylaşıyorum. Umarım okur ve ilgili yetkilileri yazı doğrultusunda uyarırsınız.


 

Ankara ve yurdun pek çok yerinde yağmur yağdı. dere yatakları taştı. İnsanlarımız boğuldu. Maddi tahribatlar yaşandı. Günler önce Dereler üzerine yazdığım yazıyı önemine binaen tekrar paylaşıyorum. Umarım okur ve ilgili yetkilileri yazı doğrultusunda uyarırsınız.

Geçmiş zaman içinde güzel bir vadide sular şırıl şırıl akar mevsimine göre etrafında yeşillikler rengarenk görünüme bürünür, dikilen söğüt, kavak fidanları zamanla büyüyerek etrafa güzellikler saçıyorlardı.

Sular berrak, kokusu ve tadına doyum olmuyordu. Dere etrafında kuşlar cıvıl cıvıl, kelebekler rengarenk kanatlarını çarparak uçuyorlardı.

İnsanlar bu doğa harikası içinde hayatlarını mutlu olarak sürdürüyorlardı... Balıkların suda yaşayıp suyun kıymetini bilmedikleri gibi insanların çoğunluğu bu doğa harikasının kıymetini bilmekten zamanla uzaklaştılar.

Güzelliğin kıymetini, muhteşem yapısını bilmeyen bir gurup insan güzellikleri görememiş, "gelin derenin yatağını değiştirelim...! Bakın göreceksiniz yeni vadi daha güzel, daha muhteşem olacak" dediler...

Azınlıkta kalan insanlar yalvarmaya, yakarmaya söz dinletmeye çalıştılar... Etmeyin... Beyler bu güzelim vadiye kıymayın... Gelin hep birlikte ıslah edilecek yerleri ıslah edenim. Kıymayın bu güzelliklere dediler ama sözlerini dinletemediler. Günün birinde kara kara bulutlar yağmur getirir, yaptıklarınızı yok eder, geride yıkılmış, özellikleri kaybolmuş bir dereyle karşılaşırsınız diye çok yalvardılar...!

Bir kez insanların çoğu bu yeni fikre inanmıştı... Ne olursa olsun bu vadiyi değiştireceğiz dediler... Eline kazma ve küreği alıp düşünmeden, akıl süzgecinden geçirmeden suyun yatağını değiştirmek için kazma sallamaya başladılar.

O da ne...! Yıllar önce elleriyle diktikleri söğütler, kavaklar kuruyarak yaprak dökmeye, kelebekler kaybolmaya, yeşil çimenler ise solarak sonbaharın hüzünlü sarı rengini alıp çürümeye başladılar.

Tüm bunlar insanların gözü önünde cereyen ederken kelebeklerin ölümüne, sesleriyle vadiye renk katan kuşların göçmesine, söğütlerin çürümesine bakıp akıllarınca yorum yaptılar. Sonuçta kendi hatalarını değil tabiatı suçladılar. Ne olduysa bu tabiatın ettiklerinin sonucudur dediler...

Zamanla kendilerinin açtığı dere etrafında yeni otlar, yeni kuşlar, yeni söğütler oluşmaya başlamış, eh artık eski dereden kurtulduk diye sevinmeye başlamışlardı...

Nasıl sevinmesinler ki kendi istekleri olmuş, eskinin izini yok etmiş, yeni bir vadi oluşturmuşlardı...

Günler böyle geçerken mevsimler değişti... Günün birinde rüzgarlar, kasırgalar kara kara bulutları taşıdılar... Dağ yamaçlarına vuran bulutlar yükselerek yağmura, doluya dönüştüler....

Şimşekler çakıyor, dolular yere düşüyordu. Eriyen dolular su olup ağır ağır vadiye doğru akarken sele dönüşüyor, önlerine ne çıkarsa silip süpürüp götürüyordu.

Derken insanların yıllarca emek verdikleri yeni vadiye geldiğinde sanki tanımışlar gibi yeniyi yok edip eskiye doğru yönünü değiştirmişti.

Artık yeni dere, yeni vadi yoktu. Su akmış yatağını bulmuştu.

Bu vadiyi değiştirenler ellerini şakaklarına koymuş derin derin düşünürken; bunlara yapmayın, etmeyin, eski vadiye bu kötülüğü yapmayın diyenlerin sesleri duyulurken "gördünüz ya sel ne yaptı... Keşke sözümüzü dinleyip eski vadiye bu kötülüğü yapmasaydınız diye" söylenmeye başladılar....

Ancak çok geçti... Yapılan emekler, çürütülen söğütler, kaybedilen kuşlar ve daha da önemlisi kaybedilen yıllar....

Acılarla geride kalmıştı.