Orhan Yıldırım

Tarih: 23.12.2024 10:37

Erzurum Şehidi Vasil

Facebook Twitter Linked-in

Yaşlı adam, Madam Despina’nın Meyhanesi’nin önünde durdu. Ud ve darbuka sesleri arasında kahkahaların yükseldiği meyhaneye girdi. Ahşap zeminli, geniş, otantik yapısını koruyan anason kokulu meyhanede pencere kenarındaki boş masaya oturdu. Sarmısaklı, yoğurtlu Pazı kavurması ve topik eşliğinde bir kadeh buz katılmış rakı içti. İlk kez gittiği Madam Despina’nın meyhanesi hayal ettiği gibiydi. Beyaz örtü serili masa ve ahşap sandalyeler, tavana asılı devasa avize ne çok acıya ve sevince tanıklık etmişti. Tanıdık bir sima arar gibi masalarda oturanları gözleriyle taradı. Temmuz ikindisinde meyhanede keyifli zaman geçirmek ve demlenmek için gelenlerin çoğu orta yaş ve üzeriydi. Kendi memleketindeki meyhaneleri çok iyi biliyordu. Sevgili dostu, arkadaşı, devresi Vasil Harizanos’a verdiği sözü uzun yıllardan sonra yerine getirmenin buruk mutluluğunu yaşıyordu. Dışarıdaki bunaltıcı nemli sıcak havaya karşın içerisi serindi. Yaşlılıkta uzun yürüyüş iyi gelmiyordu. Kavurucu temmuz sıcağında dışarıya çıkmak bu yaşta cesaret işiydi. Altmış yedi yaşındaydı. Saçları dökülmüş, sakal ve bıyıkları beyazlaşmıştı. Kilosuna ve beslenmesine dikkat ettiğinden fit kalmayı başarmıştı. Gözleri yaşlılığa bağlı olarak iyi görmüyordu. Gözlük kullanıyordu. Gürültülü marangozhane ortamında uzun yıllar çalıştığı için kulağı iyi işitmiyordu. İşitme cihazı kullanıyordu. Kadehindeki rakıya gözleri takıldı. Yayla havasında rakı çarpmıyordu adamı. İstanbul başkaydı, meret içmeden sarhoş ediyordu insanı. Yaşlı, hafif kel ve kilolu garsonun getirdiği rakısını ağır ağır yudumlarken geçmişe gitti. Vasili ile Madam Despina’nın Meyhanesi’nde karşılıklı rakı içip, Rumca, Türkçe şarkılar, türküler söyleyeceklerdi. Abbas, rakının verdiği neşe ile “Suda balık yan gider/Yandım amman, amman, amman/Yaralıyam bana değme/Baygınam, gel gönlüm eyle…/ türküsünü mırıldandı. Bu türküyü Vasil ile birlikte ne çok severek söylemişlerdi. Tarihi, salaş meyhanenin atmosferinde Vasil’in, varlığını hissetmek için gözlerini kapadı. “Şimdi yanımda olmalıydın dostum. Bak, sözümü yıllar sonra yerine getirdim. Birlikte kadeh çınlatacaktık. Şimdi Madam Despina’nın Meyhanesi’ndeyim, sen yoksun. Rakımın efkârında ince bir hüzünsün şimdi.”  diye içinden geçirdi. Çalgıcılarının hareketli Rum türküsü çalması üzerine gözlerini açtı. Düşünceli ve üzgünce oturduğu yerden yavaşça kalkıp kasaya yöneldi. Rakının ücretini ödeyip, müzisyenlere bahşiş bıraktıktan sonra dışarı çıktı.
Arka sokaktaki yüksek duvarlarla çevrili Aya Dimitri Kilisesi’nin önünden geçip yavaş adımlar ile yürümeye devam etti. Çevreden yükselen müzik, klakson ve insan sesleri arasında kilisenin mezarlığına kadar yürüdü. Kurtuluş Caddesi çok değişmişti. Eğlence merkezleri, meyhaneler, pastaneler pıtırak gibi çoğalmıştı. Aradan kırk yedi yıl geçmişti. Takvim yaprakları yedi Temmuz iki bin beşi gösteriyordu. Kurtuluş Ortodoks Rum Mezarlığı’nın kapısının önündeydi şimdi. Gözleri doldu. Yutkundu. Mezarlık görevlisinin yanına gitti. Kır saçlı, pala bıyıklı, göğsünün kılları boğazına kadar taşan, orta yaşın üzerindeki mezarlık görevlisine kendini tanıttı. Erzurum’dan geldiğini ve kabristanda yatan şehit asker arkadaşı Vasil Harizanos’u ziyaret edeceğini söyledi. Mezarlık görevlisi karşısındaki yaşlı adamı dinleyip, şüpheci bakışlarıyla süzdü. İki arsız martının üzerinde kanat çırptığı kabristana yüzünü dönen görevli, “Vasil’in mezarına kadar size eşlik edeyim. Uzun yıllardan bu yana bir tane sivil ziyaretçisi gelmiyordu. Yılda bir kere üniformalı bir Türk subayı gelip, Vasil’in mezarına kırmızı karanfil bırakıp gidiyor. Başka da ziyaretçisi yoktur.” dedi. Bekçi, önemli bir şey hatırlamış gibi, “Vasil’i nereden tanıyordunuz?” diye sordu. Abbas, Vasil ile Erzurum’da askerlik yaptığını söyledi. Adının Yorgi olduğunu belirten bekçi, “Lütfen beni takip edin.”  diyerek ziyaretçiyi kabrin yanına götürdü.
Yorgi ve Abbas, beyaz mermerden mezartaşları arasında Vasil’in kabrine kadar gittiler.  Çevre düzeni ve temizliğiyle dikkat çeken küçük kabristanın sessizliğini otomobil ve insan sesleri bozuyordu. Vasil’in mezarının ayak ucunda duran Abbas, mütebessim bir çehre ve coşkulu ses tonuyla, “Kalimera Vasil” dedi. Vasil’in askeri kepli solgun fotoğrafının yer aldığı mezar taşına dostuna dokunur gibi dokunan Abbas, içinden dua etti. Vasil’in mezarının çevresini dolaştı. Göz yaşlarını Yorgi’den saklamaya çalıştı. Vasil, annesi Eleni ve büyükannesi Despina ile aynı mezarda medfundu. “Ne mutlu sana çok sevdiğin annen Eleni’nin koynundasın.” diye söylendi.
Ayakta bir süre hazrolda bekler gibi durduktan sonra, yanındaki Yorgi’nin varlığını hatırlayan Abbas, “Vasil’in kahramanlığını bilir misin? O soğuk ve karanlık gecenin bağrında kızıl alevlerin arasına dalıp kahramanlaşan Vasil’in hikâyesini anlatayım da dinle. Bak burada nasıl bir kahraman vatan evladı yatıyor da öğren.
Abbas, ceketinin iç cebinden dörde katlanmış gazete küpürünü çıkarttı. Otuz bir Aralık bin dokuz yüz altmış tarihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfadan fotoğraflı gördüğü, “Arkadaşlarını kurtarmak için can veren erimizin cenazesi kaldırıldı” haberin devamını beşinci sayfadan okudu. Yorgi’nin merakla dinlediğini gören Abbas, “Gazetenin bu nüshasından bende üç tane var. Bunu sana hediye edeceğim. Sende bulunsun.” dedi. Abbas, haber metnini destekleyen konuşmasını şöyle sürdürdü, “1960 askeri darbesinin yedinci ayında Erzurum Orduevi’nde yılbaşı hazırlıkları yapılıyordu. Vasil ile aynı bölükteydim. Nüfusum Kars’ta olduğu için Erzurum’da piyade olarak askerliğimi yapıyordum. Vasil ile bölükte tanıştık. İkimiz de aynı gün birliğimize teslim olmuştuk. O günü hiç unutamıyorum, Nizamiye girişinde sırım gibi bir genç, “Adım Vasil” demişti. “Fazıl mı?”, “Hayır, Vasil” karşılığını vermişti. Ben, “Ha… anladım, Asil”, Vasil gülerek, “Ne Fazıl, ne de Asil. İsmim Vasil. İstanbullu Ortodoks Rum’um” demişti. “Şaşırmıştım. Yani gâvur musun?  demek gafletinde bulundum. Vasil Ciddileşerek, “Ne gâvuru, Allah’a inanan Hrıstiyan Rum’um demişti.” Hayatımda ilk defa gayrimüslim ve Rum görmüştüm. O gün Vasil ile dost olduk. Vasil Rum fıkraları anlatır, Ben de ona Türk ve Kürt fıkraları anlatırdım. Karşılıklı Rumca, Türkçe türküler, şarkılar söyleyerek vatani görevimizi yapıyorduk. Anadolu’yu seviyordu. İstanbul Vasil’in cennetiydi. İlk kez İstanbul dışına çıkmıştı. Severek askere gelmişti. Türk Bayrağı’nın altında, askeri üniformanın içinde, Erzurum’da askerliğini yapmaktan mutluydu. Askerlik sonrasında Kurtuluş’ta buluşup Madam Despina’nın Meyhanesi’ne gidip karşılıklı rakılarımızı içip, şarkılar söyleyecektik. Komşusunun güzel kızı Marika’yla beni tanıştıracaktı. Olmadı. Biliyor musun Yorgi, mezarlıklar düşmanlıkların bittiği mevsimlerin sessiz bahçeleridir.”  dedi.
Yorgi sessizce dinlediği Abbas’a, “Sana çay söyleyeyim. Bu sıcakta fazla Ayakta kalıp yorulma.”  Abbas, “Yorulmak mı? Yaşlı olmama bakma. Dostumu ziyaret etmek için o kadar yolu kat ettim. Yerimde Vasil olsaydı o da gelir kabrimi ziyaret ederdi.”
Siyahlar giyinmiş genç bir kadının annesinin mezarının başında ağladığı duyuluyordu. Abbas, konuşmasını kesip, genç kadından yana üzüntülü gözlerle baktı.
“Evet nerede kalmıştım. Vasil, bir gün Rum kızlarının napolyon kirazı kadar güzel, olgun ve bakımlı olduklarını söylemişti. Ben de bizim Türk kızlarının amasya elması gibi kırmızı yanaklı, dolgun vücutlu ve mis gibi koktuklarını söylemiştim. Bu benzetmelere katılarak gülmüştük. Sohbetimizi işiten Trabzonlu İdris, “Ula uşağım bizim kızlar hamsi gibidir canlı, kanlı, hareketli ve kıvraktırlar.” esprisini patlatmıştı. Vasil, kışı ve soğuğu sevmiyordu. Varlık Vergisi döneminde Erzurum’un Aşkale ilçesinde çalışma kampına gönderilen komşusu Stavro’nun, “Erzurum çok soğuktur. Üşüyüp hasta olmaman için sıkı giyin. Erzurum bizim buralara benzemez. Erzurum’un insanı sıcak, kışı soğuktur. Korkacaksan kışından kork.” sözünü hatırlatmıştı. Vasil annesi Eleni’ye düşkündü. Annesine Eleni diye hitap ederdi. “Hayatta tanıdığım ve sevdiğim tek kadın annem Eleni. Dünyada annemden daha güzel bir kadın yoktur.” derdi. Rum arkadaşının annesinin birbirinden güzel yaptığı çörekleri, kanepeleri ve muhallebiyi özlediğini dile getiren Abbas, “Vasil, terhis olunca bir ay boyunca Eleni’nin yaptığı paskalya, muhallebileri çatlayana kadar yiyeceğim. Adresini yaz, sana da Eleni’nin yaptığı paskalyalardan göndereyim. Parmaklarını yersin.” demişti. “Ama annesinin yaptığı o güzel paskalyaları yemek nasip olmadı.” Sıcaktan ve nemden iyice bunalan Abbas ceketini çıkartıp omuzuna atarak, “Yorgi burayı iyi dinle. Burası çok önemli. Bin dokuz yüz altmış, yirmi üç Aralık Cuma günü gece yarısı termometreler dışarıda sıcaklığı eksi yirmi sekiz derece olarak gösteriyordu. Yılbaşı kutlamaları için günümüzde Cumhuriyet Caddesi’nde polisevi olarak kullanılan bina o zamanlar ordueviydi. Yılbaşı hazırlıkları için Vasil ile birlikte dört asker orduevinin zemin kat duvarlarını boyuyordu. Boyayı inceltmek için benzin tiner yerine kullanılıyordu. Boya kovalarının arasında ağzı açık unutulan benzin buharlaşmış. Bu sırada bizim erlerden birisi sigarasını yakmak istemiş. Kibritin alev almasıyla birlikte sıcaktan buharlaşan benzin parlayıp ortalığı cehenneme çevirmiş. Ahşap yer kaplamaları kızıl alevlere teslim oldu. Yoğun duman ve yükselen alevler arasında Vasil güçlükle dışarı çıkabildi. Ancak dışarıya çıktığında içeriden kader birliği yaptığı, silah arkadaşlarının kaldığını görünce üç kez alevlerin arasına daldı. Üç arkadaşını alev ve dumanların arasından dışarı çıkardı. Kendisi de dumandan etkilenmişti ama ölümü düşünmeden yeniden alevlerin içine daldı. Ben bu sırada orduevinin kapı nöbetindeydim. Vasil, içeride kalan son askeri kurtarmak isterken dumana ve alevlere yenik düştü. Bu sırada yangına hazır manga timi müdahale etti. Timdeki er ve komutanlar Vasil’i ve diğer askeri alevler arasından çıkardı. Vasil, Orduevine iki yüz metre mesafedeki Maraşel Fevzi Çakmak Askeri Hastanesi’ne koma halinde kaldırıldı. Bütün müdahalelere rağmen, diğer asker ile birlikte Vasil kurtarılamadı. Hatırlatayım, Vasil’in terhisine kırk gün vardı. Vasil’in tabutu Yirmi altı Aralık Salı günü askeri törenin ardından trenle İstanbul’a gönderildi. Bu törende Vasil’in şahsi eşyalarının bulunduğu bavulu İstanbul’a götürüp evinde annesi Eleni’ye teslim ettim. Otuz Aralık Cuma günü Aya Dimitri Kilisesi’nde vasil için dini tören düzenlendi. Kilisede askerler sırayla tabut başında saygı nöbeti tuttu. Türk Bayrağı’na sarılı tabut Chopin’in Cenaze Marşı eşliğinde tören birliğinin omzunda, ebedi istirahatgâhı olan buraya kadar taşındı. O gün askerler silahlarının namlusu aşağı gelecek şekilde omuzlarına asmıştı. Tabutun önünde bir asker Vasil’nin çerçeveli fotoğrafını taşıyordu. Cenaze törenine Vasil’in  siyah matem elbisesi giyinmiş olan annesi Eleni, babası, akrabaları, İstanbul Valisi Tümgeneral Refik Tulga, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Tuğgeneral Cemal Tural, askeri ve mülki erkân ile Rum ve Türkler katılmıştı. Unutmadan, Cumhuriyet tarihinde bir Rum vatandaş için ilk defa böyle bir askeri cenaze töreni düzenlenmişti.  General Tulga Vasil için ağlıyordu. Vasil’in çerçeveli asker fotoğrafı jandarma binbaşı tarafından Eleni Hanım’a teslim edildi. İstanbul Valisi Tümgeneral, defin sırasında yaptığı konuşmada, “Bu gerçek kahramanın gösterdiği cesaretten dolayı yalnız, akraba ve yakınlarını değil, bütün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iftihar etmesi gerekir.”  sözleriyle, şehit Vasil’e verdiği değeri anlattı.” Eski başbakanlardan o tarihte gazeteci olan Bülent Ecevit, Ulus gazetesindeki bir makalede Vasil’den sitayişle bahsetmişti. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de şehit Vasil’nin kahramanalığının ve aziz hatırasının unutulmayacağını ifade etmişti. Yorgi, gerçek olan şu ki bu vatanın çocukları bu vatanın çiçekleridir.” dedi.
Abbas, pantolonunun cebinden çıkardığı tesbihini hızlı hızlı çekerek, “Töreninin ardından ertesi gün trenle Erzurum’daki birliğime döndüm. Hürriyet Gazetesi Otuz bir Aralık tarihli nüshasında Vasil’den ‘Fedakâr asker’, ‘Erzurum Şehidi’ diye söz etti. Ailesi de oğullarının mezar taşına Erzurum Şehidi ibaresini gururla yazdırdı. Türk Silahlı Kuvvetleri, silah arkadaşları için severek ölümün kızıl alevlerine atlayarak can veren Rum evladını unutmadı. Bu milletin hafızasında ve yüreğinde Erzurum şehidi, dostum, kardeşim Vasil, Türk Bayrağı’nın gölgesi altında, şühedayla ebediyyen yaşayacak.” dedi.
Kabir ziyaretinin sonunda iyice yorulduğunu hisseden Abbas, Vasil’in mezartaşını göstererek, “Yorgi, misafirimizin kabrine iyi bak. Güzel koru onu emi. O, Türk milletinin emanetidir. Güzel ve eşsiz çiçek buketi olan yüce milletimizin nadide bir zambağıdır burada yatan. Şehidimizin aziz hatırasını sen de Rum cemaatine anlat ki onlar da bir yiğidin bu kabristanda yattığını öğrenip evlatlarıyla gurur duysunlar.” Abbas saatine baktı. Yorgi’ye dönerek, bana bir taksi çağırır mısın? Akşam otobüsüyle Erzurum’a döneceğim. Dostumu, ziyaret ettim ya artık ölsem de gözüm açık gitmem.” dedi. “Yaşlılık işte, gazeteyi vermeyi unuttum.” diyerek gazeteyi Yorgi’nin gözlerinin içine sevgiyle bakarak uzattı.
Kabristandan çıkan Abbas, Yorgi’yle vedalaşıp taksiye bindi. Rumca, “Antio Vasil”, “Hoşça kal dostum” derken, otomobil çoktan Şişli’nin cadde ve sokaklarında gözden kaybolmuştu.
                                               SON


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —