Orhan BOZKURT


ERZURUM’DA YAŞAMAK, ERZURUMLU OLMAK, ERZURUM OLMAK…

ERZURUM’DA YAŞAMAK, ERZURUMLU OLMAK, ERZURUM OLMAK…


Mekana tarihsel bakmak, insanın “insan” olmak serüveninin özü kabul edilir. Bireyin kimliğini var eden değerlerden biri mutlaka dili ve milliyetidir ama onun ötesine geçen ve bireyin kimliğine son dokunuşunu yapan mekandır.

İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” tespitinden bahsediyorum. Mekanın karaktere tesiri öyle bir dokunuştur ki; bireyin aldığı eğitimler, yaşamında elde ettiği deneyimlerle oluşan özellikleri bile mekandan aldıklarıyla oluşan kimliğini kolay kolay değiştirmez.

Ama her mekan bu dokunuşu derinden yapamaz. Bu etkiyi gösterebilen mekanlar gezegenimizde sınırlı sayıdadır. İnsanoğlu, bazı ormanları, nehirleri, kayalıkları, vadileri mekanı yorumlamak için ilham kaynağı sayar.

Bakarsınız onlarca şehir içinde bir şehir “kutsal” kabul edilir. “Bakarsınız bir orman, onlarca orman içinden “tılsımlı” sayılır. Bakarsınız Ganj nehrinin sularına, son yolculuğuna çıkan ruhların geride bıraktığı bedenlerinin külleri savrulur ki ruhların ancak bu nehirde özgür kalacağına inanılır. Kutsal bir hac için onbinler kutsal şehirlere varmaya çalışırken çileler çeker, canlarını hiçe sayarlar…

Şehrin bireye etkisini görebileceğiniz özel mekanlardan biridir Erzurum.

Ve şehirler ne zaman kuruldu, neden kuruldu, hangi özelliklere sahip olmalılar gibi soruları sorarak bir çerçeve çizmeye çalışan, cevaplar arayan bilimi şaşırtan bir şehirdir Erzurum.
Bilim insanlarına göre dağların tepesinde, neredeyse dünyanın çatısında oksijen solunumu zorlaşır ve tarihsel serüveninde insanoğlu bu kadar yükseğe koca şehirler kurmaktan kaçınmıştır. Zaten gezegenimizde bu yükseklikte kurulmuş şehir sayısı bir elin parmaklarını geçmez…Ama Erzurum 1900 metre rakıma sahiptir…

Bilim insanlarına göre insanoğlu yerleşmek, şehir kurmak için ılıman iklimli yerleri tercih etmiştir. Oysa Erzurum’da yılın üçte ikisini zamanı ağır kış soğuklarıyla baş ederek, kalın duvarlı evlere kapanarak geçirmek zorunda kalırsınız.  
İki saat uzaklıkta Iğdır’da pamuk, kavun, Tercan’da ise üzüm yetiştiren komşularınız bağ bahçedeyken, siz kavak ağaçlarının yeşermesini, buğdayların göğermesini beklersiniz…

İster kavimler ister Türkmen göçleriyle Asya’dan kopup gelen toplulukların Anadolu’ya girerken neden Erzurum’a yerleşme kararı verdiklerini merak eden kaç kişi olduğu henüz sayılmadı. Birgün bir bilim insanı bu tercihin ardındaki psikolojik etkeni mutlaka belirleyecektir. Ama bu mekan, Erzurum, varoluşu itibariyle farklıdır. Ve coğrafyasının kurguladığı kaderde farklıdır.

Tarihsel yaklaşım bizi Erzurum’a “garnizon kent” demeye de götürür. 
3000 yıllık yerleşim tarihi neredeyse savaşlar, işgaller, ele geçirmeler, terk edişler tarihidir. İklimin ve topoğrafyasının çetinliği de eklenince bu zor şehrin zor insan kimliğine büyük, ağır sorumluluklar yüklenmiştir.

Kuzeyden ve doğudan gelen cümle belalara karşı Erzurum direnme noktasıdır. Baharat ve İpek Yolu, buradan Anadolu’ya giriş yapar. Anadolu’da yaşayıp da Türk olduğunu ileri süren her bireyin Anadolu’da vardığı, dedelerinin senelerce kaldığı bir yurttur.

Rumeliliyiz diyerek haklı olarak gururlanan insanımız pek farkına varmasa da Arz-ı Urum yani Erzurum mana itibariyle Rum-Eli’dir. Gelen göçmen toplulukların ilk memleketidir bu topraklar.

Erzurum’da yaşamak, Erzurum’lu olmak, her şehirde şehirden aldığınız hislerden, durumlardandır ama bu kadarla yetmez.

Erzurum, bireyi bazen kendisi yapar. 
Genetik hafızanıza kendi kodlarını kazır ve siz adeta bir insanın beden ve ruhuna işlenmiş Erzurum olarak kalırsınız. 

Erzurum belki de kozmik manada kendisini bu şekilde yaşatma yolunu bulmuştur.  
(Devam edecek)