Eskiden gülmek içten gelirdi, şimdi içimizden geçenleri gizlemek için gülüyoruz.
Bir zamanlar gülümsemek bir refleks, bir sıcaklık göstergesiydi.
Şimdi ise bir strateji.
Bir nevi toplumsal kostüm, dışarı çıkmadan takıyoruz, eve gelince çıkarıyoruz.
Ama bazen o kadar sık kullanıyoruz ki, evde bile unutmadan kalıyor yüzümüzde.
Artık gülmek değil mesele; inandırıcı gülmek.
Eskiden birinin gülüşüne bakınca mutlu derdik.
Şimdi filtre mi bu? diye düşünüyoruz.
Çünkü günümüz insanı artık duygularını yaşamıyor yönetiyor.
Ve yönetilen her duygu gibi gülümseme de artık doğallığını kaybetti.
Sanki hepimizin gizli bir sözleşmesi var:
“Üzülmeyeceksin. Şikâyet etmeyeceksin. Her şey harika görünmeli.”
Bu çağda ağlamak ayıp değil ama rahatsız edici.
Mutsuzluk bulaşıcı sayılıyor, hemen karantinaya alınıyor.
Birine iyi misin? dediğinde, gerçekten iyi olmasa bile iyiyim cevabını alıyorsun, çünkü dürüst olmak fazla çıplak hissettiriyor.
Küresel bir pozitiflik salgını var.
Ama bu virüs gülümseme kaslarımızı değil, samimiyetimizi felç etti.
Bir fotoğraf çekilirken artık gülmek için değil gülüyormuş gibi görünmek için gülüyoruz.
Kameraya değil toplumsal beklentiye bakıyoruz.
Gülüşümüzü beğeni sayısıyla ölçüyoruz.
Bir insan ne kadar mutlu görünürse o kadar kabul ediliyor bu da yeni çağın mutluluk ekonomisi.
Gerçek duygular pahalı hale geldi.
İçten gülmek bir lüks, doğal olmak bir risk.
Çünkü içtenliğin bedeli yüksek: yanlış anlaşılmak, dramatik bulunmak ya da negatif enerji yaymakla suçlanmak mümkün.
Psikoloji kitaplarında “duygular bastırıldıkça büyür” yazar ama biz onları bastırmayı profesyonel seviyeye taşıdık.
Artık hepimiz kendi duygularımızın halkla ilişkiler uzmanıyız.
İçimde fırtına kopuyor ama ben profesyonelim.
Cümle bu çağın özeti olabilir.
İş yerinde, ilişkilerde, hatta aile sofralarında bile roller var.
“Gülümse, ayıp olur.”
“Biraz neşelen, moral bozma.”
“Güçlü ol, kimseye belli etme.”
Sanki insan olmak değil de, duygu yönetimi kursu tamamlamak gerekiyor hayatta kalmak için.
Eskiden tiyatro sahnesinde oyuncular gülümserdi, seyirci ağlardı.
Şimdi roller karıştı.
Sahnedeki oyuncular kadar yorgunuz hepimiz sadece alkış beklemiyoruz belki ama onay bekliyoruz.
Beğenilmek, takdir edilmek, fark edilmek.
Modern çağın oksijeni bu.
Ama ironik olan şu:
Bu kadar gülüşün olduğu bir dönemde, gerçek mutluluk oranı tarihin en düşük seviyesinde.
Çünkü kimse gerçekten, iyi misin? diye sormuyor, sadece iyi görünüyorsun diyor.
Gerçek gülümseme, sessizdir.
Gösterme ihtiyacı hissetmez, planlanmaz, paylaşılmaz.
Belki bir çocuğun yüzünde, belki sabah kahveni içerken, belki kimsenin görmediği bir anda olur.
Ve işte o yüzden değerlidir: sahnesi yoktur.
Bugün toplum olarak belki de en çok buna ihtiyacımız var.
rolsüz, filtresiz, sessiz bir gülüşe.
Çünkü bazen en güçlü direniş, sahte mutluluğa karşı susarak gülümsemektir.
Artık gülümsemek bile performans gerektiriyor olabilir,
ama mutluluğun provası hâlâ içimizde bir yerlerde mümkün.
Bir gün yeniden içten gülmeyi hatırlarsak,
belki o zaman bu kadar makyajlı bir dünyada bile biraz samimiyet kalır.
“Gerçek gülüş, iz bırakmaz. Çünkü o rol
değil, an’dır."
“Modern çağda gülümsemek artık bir his değil, bir görev.Oysa en sahici gülüşler, sahnesizdir."
