Sevgi GÖL


Hastanın Yakını, Şiddetin Uzağı Olamıyor mu?

Hastanın Yakını, Şiddetin Uzağı Olamıyor mu?


Hastane koridorlarını düşünelim. Bir yanda canla başla müdahale eden sağlık çalışanları, diğer yanda umutla bekleyen hasta yakınları.Ortak payda aslında aynı: “iyileşmek” ve “yaşatmak.” Peki, nasıl oluyor da bu ortak payda, zaman zaman şiddetin en acımasız biçimlerine dönüşebiliyor?
Türkiye’de Sağlıkta Şiddetin Gerçek Yüzü
Sağlıkta şiddet, artık tekil bir problem değil; kurumsal ve toplumsal bir yara. Türk Tabipleri Birliği’nin 2024 raporuna göre, her gün ortalama 30 sağlık çalışanı şiddete uğruyor. Bu şiddet çoğunlukla acil servislerde, yoğun bakımlarda ve polikliniklerde yaşanıyor. Fail profiline bakıldığında ise büyük oranda “hasta yakınları” öne çıkıyor.
İstanbul’da geçtiğimiz aylarda yaşanan bir olay hâlâ hafızalarda taze: Acil serviste kalp krizi geçiren bir hastanın yakınları, müdahale geciktiği gerekçesiyle hemşireye saldırdı. Oysa o an tüm ekip aynı hastayı yaşatmaya çalışıyordu. Bir başka örnekte, Ankara’da bir hekim, kötü haberi verdiği için saldırıya uğradı. Yani sorun, sadece “bekleme” değil, toplumsal algının da sağlıksız bir şekilde şekillenmesi.
Yasal Düzenlemeler
Türkiye’de sağlıkta şiddetle mücadele için 2012’de Beyaz Kod Sistemi devreye sokuldu. Bu sistem sayesinde saldırıya uğrayan sağlık çalışanı, anında hukuki süreç başlatabiliyor. Ayrıca 2020’de yapılan düzenleme ile sağlıkta şiddet artık katalog suçlar arasında yer aldı. Yani failler tutuklama olmaksızın yargılanabiliyor.
Ancak uygulamada sorunlar sürüyor. Failler çoğu zaman kısa süre sonra serbest bırakılıyor, bu da sağlık çalışanlarının güven duygusunu zedeliyor. Yani yasa var ama caydırıcılık hâlâ tartışmalı.
Dünya Örnekleri
Bu sorun sadece Türkiye’ye özgü değil. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünya genelinde her 10 sağlık çalışanından 6’sı meslek hayatında en az bir kez şiddete uğruyor.
İngiltere’de, Ulusal Sağlık Sistemi (NHS), hasta yakınlarının saldırılarını azaltmak için “Zero Tolerance Policy” (Sıfır Tolerans Politikası) başlattı. Hastanelere büyük afişler asıldı: “Şiddete sıfır tolerans: Sağlık çalışanına saldıran, tedavi hakkını kaybeder.”
ABD’de, bazı eyaletlerde sağlık çalışanına yönelik şiddet, “kamu görevlisine saldırı” ile eşdeğer sayılıyor ve çok daha ağır cezalar öngörülüyor.
Avustralya’da, hastanelerde güvenlik personeli sayısı artırıldı ve “kriz iletişimi eğitimi” zorunlu hale getirildi.
Bu örnekler, meselenin yalnızca cezai boyutla değil; aynı zamanda iletişim, güvenlik ve kültürel dönüşüm ile çözülebileceğini gösteriyor.
Psikoloji bize şunu söyler: İnsan belirsizlikle başa çıkmakta zorlanır. Hastane, zaten belirsizliğin en yoğun yaşandığı mekândır. Hasta yakınları, sevdiklerinin yaşam mücadelesine tanık olduklarında “kontrol kaybı” hissine kapılır. Bu duygu, öfkeye; öfke, saldırganlığa dönüşebilir. Ama burada kritik nokta, öfkenin şiddete evrilmeden yönetilmesidir.
Bunun için toplumda sağlık okuryazarlığı, yani hastalık süreçlerini, tedavi yöntemlerini ve sağlık sisteminin işleyişini doğru anlama kapasitesi geliştirilmelidir.
Hasta yakınlarına yönelik bilgilendirici rehberler, yönlendirici eğitimler artırılmalı.
Hastane İletişim Ekipleri:
Kriz anlarında araya girip gerginliği azaltacak profesyonel iletişim uzmanları devreye sokulmalı.
Medyada Dil Değişimi: Sağlık çalışanlarını suçlayan değil, onların emeğini görünür kılan bir haber dili benimsenmeli.
Mevcut yasaların uygulanabilirliği artırılmalı, caydırıcılık güçlendirilmeli.
Hastanın yakını olmak, sağlık ekibinin düşmanı değil; en büyük destekçisi olmaktır. Bugün beyaz önlüklere yönelen her yumruk, sadece o hekime değil, hepimizin sağlık hakkına atılmış bir darbedir.
O yüzden sormak gerekiyor: Bir gün biz de hastane kapısında beklerken, aynı şiddetin gölgesinde kalmak ister miyiz?
Cevap belli.
Hastanın yakını, şiddetin uzağı olmalı. Çünkü şifa dediğimiz şey, ancak güvenin olduğu yerde filizlenir.