Sevgi GÖL


Hatalar ve Toplumun Onlara Bakışı: Yeniden Başlama Cesareti

Hatalar ve Toplumun Onlara Bakışı: Yeniden Başlama Cesareti


Toplum olarak hata yapmaya tahammülümüz çok az. İnsan doğası gereği yanılmaya meyillidir; ancak sosyal yapılar içinde bu yanılgılar çoğu zaman bireyin tüm değerini gölgede bırakır. Hata yapan, yalnızca bir yanlışın sorumlusu değilmiş gibi, sanki tüm karakteri o hatadan ibaretmişçesine yaftalanır. Oysa insanı tanımlayan şey, düştüğü yer değil, kalkmayı seçtiği yerdir.
Toplumsal bakış, bireyin hatalarına değil, hatalardan sonra attığı adımlara da odaklanabilmeli. Ne yazık ki biz çoğu zaman yalnızca düşüşü izleriz; ayağa kalkışı, toparlanışı görmezden geliriz. Bu durum sadece birey üzerinde değil, toplumun bütün üretim gücü ve yaratıcılığı üzerinde de baskı kurar. Çünkü hata yapmaktan korkan birey, yenilikten ve gelişimden de uzak durur.
Ancak tarihte ve günümüzde birçok örnek gösteriyor ki, büyük başarıların ardında çoğu zaman büyük hatalar, büyük başarısızlıklar ve toplum tarafından “bitmiş” olarak görülen insanlar vardır. İşte birkaç çarpıcı örnek:
Steve Jobs
Apple’ın kurucusu olan Jobs, 1985’te kendi şirketinden kovuldu. O dönem, birçok kişi onun kariyerinin bittiğini düşündü. Ancak o, bu dönemi “en yaratıcı dönemim” olarak tanımlar. Pixar'ı geliştirdi, NeXT adlı yeni bir şirket kurdu ve ardından Apple’a geri dönerek iPhone, iMac ve iPod gibi devrimsel ürünleri hayatımıza soktu. Onun dönüşü, sadece teknoloji tarihinde değil, modern iş dünyasında da efsane hâline geldi.
Oprah Winfrey
Bugün dünyanın en etkili medya figürlerinden biri olan Oprah, kariyerinin başlarında bir televizyon kanalında “ekrana uygun değil” denilerek haber sunuculuğundan kovuldu. Yaşadığı zorluklara, çocukluk travmalarına ve mesleki reddedilişlere rağmen Oprah, kendi özgünlüğünü kaybetmeden yeniden ayağa kalktı ve kendi talk show programıyla milyonlara dokundu. Bugün o sadece bir televizyoncu değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı.
J.K. Rowling
Harry Potter serisinin yazarı olan Rowling, kitabını yayımlatmak için defalarca reddedildi. O dönem işsizdi, bir çocuk annesiydi ve ciddi finansal zorluklar yaşıyordu. Ancak yılmadı. Yazmaya devam etti. İlk kitabı 12 yayınevinden ret aldıktan sonra küçük bir yayınevi ona şans verdi — gerisi edebiyat tarihine geçti. Bugün Rowling, dünyanın en çok okunan yazarlarından biri.
Walt Disney
Yaratıcılığı ile tanıdığımız Disney, kariyerinin başında bir gazete editörü tarafından “hayal gücünden yoksun” bulunarak işten çıkarıldı. İlk şirketi iflas etti. Ancak o, animasyon hayalinden vazgeçmedi. Yıllar sonra Mickey Mouse’u yaratarak dünya eğlence tarihini baştan yazdı.
Bu örneklerin ortak noktası nedir? Hepsi hata yaptı. Hepsi toplumun gözünde “başarısız” oldu. Ama sonra. Her biri yeniden doğdu. Çünkü hata, son değil; dönüşümün başlangıcı olabilir.
Peki biz neden kendi çevremizdeki insanlara bu fırsatı tanımıyoruz?
Toplum olarak, bireylerin hatalarına verdiğimiz tepki, aslında ne kadar gelişmiş bir empati düzeyine sahip olduğumuzu gösteriyor. “İkinci şans” lafını kullanmayı seviyoruz ama pratiğe dökmede çok zorlanıyoruz. Hatalar karşısında destekleyici bir çevre yerine dışlayıcı bir tavır takınıyoruz. Bu da bireyin kendini ifade etme alanını daraltıyor. Özellikle sosyal medya çağında, bir hata saniyeler içinde linçe dönüşebiliyor.
Psikolojik açıdan baktığımızda ise hataya tolerans gösterebilen topluluklar, bireylerin daha özgüvenli, yaratıcı ve üretken olduğu yapılardır. Hata yapma hakkının tanındığı ortamlar, sadece birey için değil, toplumun genel refahı için de verimlidir. Çünkü korkusuzca deneme yapan bir birey, en azından öğrenme cesaretine sahiptir.
Hata, sadece bir düşüş değil, potansiyel bir sıçrayış anıdır. Her birey hatasından sonra yeni bir rota çizebilir. Önemli olan, toplumun bu rotaya saygı duyması ve eşlik etmesidir. Hata, insana mahsustur. Affetmek, büyüklüğe.
Dijitalleşmenin hızla hayatımıza yerleşmesiyle birlikte, toplumsal yargılar yalnızca yakın çevreyle sınırlı kalmadı; artık herkes, herkesin hatasını izliyor, kaydediyor ve yargılıyor. Bu noktada karşımıza çıkan kavramlardan biri de “iptal kültürü”. Özünde bir hesap sorma refleksi gibi görünse de, iptal kültürü çoğu zaman kişiyi, yaptığı tek bir hatadan ibaret kılarak toplum dışına itme eğilimi gösteriyor.
Bir kişinin eski bir paylaşımı, yanlış bir ifadesi ya da bir zamanlar yaptığı bir hata, aniden gündeme gelerek onu hedef hâline getirebiliyor. Üstelik bu yargı çoğu zaman bağlamdan kopuk, yüzeysel ve merhametten yoksun oluyor. Hataların büyüklüğü ya da kişinin dönüşüm çabası dikkate alınmıyor. Böylece toplum, affetmenin değil, dışlamanın ritüelini kolektif olarak tekrar ediyor.
Bu durum sadece kamuya mal olmuş kişiler için değil, sıradan bireyler için de geçerli. Genç bir yetişkin iş yerinde yaptığı küçük bir hatayla etiketleniyor, bir öğrenci yanlış bir sözünden ötürü arkadaş çevresinden dışlanıyor, bir ebeveyn bir kararından ötürü sorgusuzca yargılanıyor. Toplumun bireyi bu kadar çabuk gözden çıkarabilmesi, empati eksikliğinin ve mükemmelliyetçi beklentilerin doğrudan bir sonucudur. 
Oysa unuttuğumuz bir şey var: Hataya izin vermeyen toplumlar, öğrenmeye de izin vermez. Çünkü hata, öğrenmenin doğal ve gerekli bir parçasıdır. Linç kültürü ise bu döngüyü kesintiye uğratır. Korkuyla şekillenen bir sosyal ortamda, bireyler sadece görünürde doğruyu yapmaya çalışır, içsel olarak gelişme ve düşünme cesareti gösteremez.
İşte tam da bu nedenle, bireyin dönüşümüne şans tanıyan, hatayı anlama ve telafi etmeye imkân sunan bir toplumsal dil geliştirmemiz gerekiyor. “Yaptığı yanlıştan ne öğrendi?”, “Nasıl bir değişim gösterdi?” gibi soruları sorabildiğimizde, yargılamaktan anlayışa, dışlamaktan kapsayıcılığa geçiş yapabiliriz.
Çünkü hatayı mahkûm etmek kolaydır; zor olan, hatanın içindeki insanı görmektir.