Abdurrahman ZEYNAL


HAYALİ ŞEHİRDE HAYAL KURMAK

Dünya yaşlanmış, soğumuş, etrafı masmavi bir denizle kuşatılmış bir gezegen. Dağları, yaylaları, ovaları ile insanlara kucak açmış, nehirleri, çayları ve gözeleriyle toprağa hayat vermiş.


Beyazı, siyahı, mavisi, dağı, bağı, yaylası ve ovası olan dünya üzerinde hayali bir şehir kuruldu. Şehrin suları berrak, havası temiz, nehirleri şarıl şarıl akardı. Hele birde çeşmeleri vardı ki demeyin gitsin.
Büyük devletler, büyük komutanlar bu kartal yuvası şehri ele geçirmeye çalıştılar. Kimler yoktu ki bu şehri ele geçirmek isteyenler arasında…
Dört etrafı dağlarla çevrili, dağ yamaçlarından fışkıran gözeler ve gözelerden çıkan suların oluşturduğu nehirler üç ayrı denize akardı bu şehirde. Akbaba, Karababa, Sarı baba, Dumlu baba ve Kandil Baba şehrin yamaçlarında ölmüş, sanki şehrin koruyucusu olmuşlardı.
Asırlar önce kılıcı keskin, orduları güçlü bir komutan şehri kurmuş, askerleriyle teçhiz etmişti. İç içe geçen surlar inşa etmiş, kale şehir olmuştu. Hayali şehrin başı göklere ulaşmış bir kartal yuvasını andırıyordu.
Zamanla haktan, adaletten uzaklaşan yöneticiler güneyden gelen üstün vasıflı komutanlar tarafından ele geçirilmiş, o güne kadar duymadıkları seslerle kulakları çınlamış ve huzur bulmuşlardı. Şehrin yeni sahipleri şehri imar edince kendi inançlarının istediği bir mabedi inşa etmişlerdi.
Zaman ilerledi.. Doğudan gelen güçlü, inançlı ve iradeli yeni fetih orduları şehri feth ettiler. Hanlar, hamamlar yaptılar. Bolluk bereket fışkırdı şehrin surlarından… Birden yeniden şehir etrafında kara bulutlar oluşmaya başladı.. Doğudan gelen bu güçlü ordular şehri ele geçirip yakıp yıktılar…
Dün şehri yakıp yıkanlar birden değiştiler. Şehri ihya ettiler… Medreseler inşa edip ticareti geliştirdiler. Artık hayali şehir en güzel hayalleri yaşıyordu. İlim ehli insanlar okuyor, okutuyor durmadan güzel şeyler anlatıyorlardı. 
Aradan bir asır geçmişti.. İki kardeş aşiret sen ben kavgasına tutuştu.. Şehri tahrip ettiler.. O da ne yine doğudan gelen yenilmez ordular şehri yakıp yıktılar. Hayali şehir bu sefer hayalet şehre dönmüştü.
Asırlar hızla geçip giderken batıdan yeni bir ordu geldi. Bu ordu yakmadı, yıkmadı şehrin ihya edilmesine emir verdi. Şehre yeni Payeler verdi. Camiler, hamamalar, hanlar yapıldı. Hayali şehrin insanları umutlu ve mutlu oldular.. Nice alimler, nice dervişler şehri güzelleştirdi..
Şehrin sahipleri zamanla zayıfladı. Bu sefer kuzeyden gelen düşmanları şehri ele geçirip, kütüphanelerini yağma, kitabelerini söküp giderken ülkelerine götürdüler. Böylece hayali şehrin bu sefer hafızası silinmişti.
Acı çeken şehir derlendi, toparlandı ünlü seyyahlara han, Redhause denilen Türkçe-İngilizce sözlüğün yazıldığı mekâna dönüştü. Ticaret iyi, kervanlar şehre zenginlik taşıdı. Fakat o da ne kuzeyden yeni gelen ordular şehri yeniden işgal ettiler. Yeniden acılar yaşandı. Aradan kısa bir zaman geçmişti ki şehrin dağları, ovaları binlerce askere mezar oldu. Hayali şehir yeniden işgal edilmişti. İşgalciler kendilerine maşa olacakları arayıp bulup yetkiyle donattılar…
Hayali şehrin insanları ne acılar çekti.. Ne acılar.. Bir ayda elli bin şehit verdiler. Günün birinde yılmaz bir asker şehre geldi. Şehirde yeni umutlar, yeni hayaller yeşerdi. Yeşeren umutlar ülkeyi yok etmek isteyen düşmanlardan ülkeyi kurtardı. Ülkeye yeni bir isim, yeni bir rejim getirdi. İşte bu rejimin adı ilk kez bu hayali şehirde ifade edildi.
Asırların acıları sarılmaya, yıkılan evler yapılmaya, okullar açılıp çocuklar okumaya yönlendirildiler. Yine fazla geçmemişti ki hayali şehir için tehlike çanları çalmaya başladı. Kuzeyden şehre yönelik tehditler gelmeye başladı. Yönetenler hemen tedbir aldılar. Şehrin nüfusundan fazla şehre asker yığdılar. 
Askerlere yatacak bina, silahlarını koyacak sağlam yapı aradılar. Sonuçta zaruretlere binaen bir kısım mabetleri askeri amaçlar için kullandılar. Bu sefer kötü niyetli birileri yalana, iftiraya başvurup askerleri karalamaya çalıştılar. 
Artık yıllar geçmiş soğuk savaş başlamıştı. Ta uzaklardan güzel ülkeye gelen yabancılar kuzeyden gelecek tehlikeye karşılık yeşil kuşak adlı yapıyı oluşturdular.  İlk yaptıkları işte kurucu yöneticileri suçlayıp toplum nezdinde küçük düşürme yolunu seçtiler. Uzaktan gelip örgüt kuranlar kendilerini yenen adamı hiçbir zaman kabullenmediler.
Artık insanlar okumuyor, yazmıyor, duyduklarıyla, dediler ki, demişler ki, rivayet olunur ki aslı astarı olmayan bilgilerle hayali şehrin dününü, hayali ülkenin kurucularını suçlamayı kendilerine geçim kapısı yaptılar. 
Artık dağlara kar yağmış, ovalar bembeyaz örtüsüne bürünmüş, gelecek baharın müjdelerini bekleyen hayali şehrin hayali insanları ufuklara bakarak uçacak kuşları, yerden fışkıracak suları ve ovanın yemyeşil olmasını beklemeye başlamışlardı.
Zaten hayali şehirde her şey hayaliydi……