Tartışmalar genellikle bilgiye, belgeye dayanmadan hamasetle, ön yargıyla, yüceltme veya çamura batırma şeklinde seyrediyor. Tartışmaları yapanlar için gerçek çok da önemli değil.
Tarihsel olayları kendi zaman dilimlerinde değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Söz gelimi 1876 yılında ben olsaydım o şartlar altında ne yapabilirdim diye düşünmeye çalışıyorum.
Değerli dostlar II. Abdülhamit tahta çıktığında dünyada hızlı gelişmeler, sömürgeleştirmeler ve işgaller olanca hızıyla devam ediyordu. Batıda fabrikalaşma, üretim buhar gücüyle artarken Osmanlı geleneksel ekonomik yapısıyla geri kalmış, İngiliz, Fransız, Almanların pazarı haline gelmişti.
1853 yılında batıdan alınan borçlar ödenememiş devlet iflasla karşı karşıya kalmış ve devamında meşhur "Muharrem Kararnamesi", peşine Osmanlı-Rus Savaşı, toprak kayıpları, ödenemeyen borçlar ve "Düyunu Umumiyecilerin" para tahsilatları devletin perişan olmasına sebep olmuştu.
Savaşlar, borçlar, ekonomik çalkantılara birde şiddeti artan etnik kavgalar döneme damga vururken, Rumlar, Ermeniler, Rumenler, Bulgarlar, Sırplar ve Araplar yer yer devleti Aliye'nin varlığına tehditler oluşturuyordu.
Osmanlının altından topraklar kayıp giderken özellikle Amerikalı, İngiliz, Fransız, Alman ve Rus misyonerler açtıkları okullarda Türk Milletinin düşmanlarını eğitip Türk Milletine karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı. On bine yakın azınlık ve misyoner okulu devletin varlığı için tam bir tehdit oluştururken II. Abdülhamit ancak İptidai, Rüştiyeleri ve idadilerin sayısını artırmaya devam ederken buralara gönderilecek öğretmenleri yetiştirmek için Muallim mekteplerini devreye sokmuş, okuma-yazma faaliyetlerini genişletmeye çalışmıştı.
Devlete memur, amir yetiştirmek gerekiyordu. Müslüman ahalide okuma yazma oranı feci durumdaydı. Uzun asırların ihmali, kusuru sonucu kendini yenileyemeyen medreseler felç olmuş durumdaydı.
Geleneksel aktarlık sistemi ve hekimlik çağın gerisinde kalmış, devlet batı gazetelerine ilan vererek doktor açığını kapatmaya çalışıyordu. 1864 yılında yeniden açılan Tıbbiyeye daha çok "Gayri Müslimler" devam ediyor, Müslüman çocukları azınlık durma düşüyordu. Eczacılık, Veterinerlik ve diş hekimliğinin adları bile Müslüman ahalide yoktu.
II. Abdülhamit işte bu zor şartlarda Tıbbiyeyi, Harbiye'yi, Askeri idadileri devreye sokuyor ve 1885 yılında İstanbul'da aşı ünitelerinin kurulmasına öncülük ediyordu.
Devlet bürokrasisi Rum, Ermeni ve diğer azınlıkların elinde, etkili ve yetkili yerlerde onlarındı. Özellikle dış politikada elçiler azınlıklardan oluşmaktaydı. Para piyasası, bankalar; Rum, Ermeni, Yahudi, Galata Bankerleri ve Londra'daki tefecilerin elindeydi.
Tüm bu zor şartlar altında Padişah elinden gelen tedbirleri almaya çalıştı....
İngilizler, Fransızlar Mısırda gaileler çıkarmakla meşgulken, Cezayir, Tunus gibi bölgelerde Fransızlar, Libya'da İtalyanlar devlet için ciddi tehditler oluşturmakta idi.
Ruslar 1699 Karlofça'dan beri Türk topraklarını ele geçirerek büyümelerini sürdürmekte özellikle Balkanlar ve Kafkaslarda yaptıkları etnik ayrıştırmalara karşı II. Abdülhamit karşı önleyici tedbirler almayı sürdürdü.....
Aynı dönemlerde Türk köylüsü perişandı. Ağır vergiler bellerini büküyordu. Devletin tüm gelir kaynakları Duyun-u Umumiye memurları tarafından kontrol ediliyor, borçlar tahsil edildikten sonra kalan paralar ancak devletin kasasına giriyordu. Devletin kasasında ne yazık ki para yoktu.
Osmanlı Devleti Hasta Adam ilan edilmişti. Özellikle Tanzimat ve Islahat fermanları sonucunda azınlıklar işi iyice azıya almış her tarafta devleti zorluklara doğru sürüklüyorlardı.
İşte bu şartlarda Müslüman Türk aydınları çare aramaya, çözüm üretmeye başlıyor, devlet için akıllarınca çare üretmeye gayret ediyorlardı. Bu gayretler içinde bugün tartıştığımız , bizi etkileyen fikir hareketleri ortaya çıkıyordu. Tanzimatçılar, Islahatçılar, Batıcılar, İslamcılar, İttihatçılar, Türkçüler bu buhranlı dönemlerde devleti kurtarmaya soyunuyorlardı.
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mitat, Reşit, Ali ve Fuat Paşalar ve Mehmet Akif, Filibeli Ahmet, Said Nursi ve diğerleri çare üretirken yer yer II. Abdülhamit'le ters düşüyor, suçun padişahta olduğunu söylüyorlardı. Yani her kafadan bir ses çıkarken birde Misyoner okullarından yetişen ve İngiliz ajanlarınca desteklenen Arap Milliyetçiliği devlete sıkıntılar çıkarmaya başlıyordu.
Askeri yapı eski gücünden uzaktı. Silah üretemiyordu. Amerika ve Almanya'dan silahlar ithal edilirken dövizimiz dışarıya akıyordu. Uzun süren savaşlar genç nesli azaltmış, sonunda tarlasında çalışacak insan sayımızı tüketmişti. Köylü ürettiği ürünleri satamıyor, para sahibi Rum, Ermeni ve Yahudi tefecilerin eline düşüyordu. İşte II. Abdülhamit bu zor şartlar altında devleti ayakta tutmaya çalışıyordu.
Hicaz ve Bağdat demir yolları, yeni yeni yapılmaya çalışılan fabrikalar yeterli olmuyordu. Teoder Herzelin ifadesiyle sultana ulaşabilmek için her kapıda rüşvet vermek gerekiyordu. Yani rüşvet yaygınlaşmış, eşkıya İstanbul sokaklarında kol gezmeye başlamıştı. İşte tüm bu olumsuzluklar yaşanırken Sultan Abdülhamit bir insan olarak, her insanın zaafları ve iyi taraflarının varlığı ölçüsünde devleti ayakta tutmaya çalışıyordu. Yapabileceğini yapmanın gayreti içindeydi......
Şüphesiz Osmanlı devleti bu 33 yıl içinde bir buçuk milyon kilometre kadar toprak kaybederken pek çok tehlikeyi savuşturmayı başarmıştı. Dile kolay.... Leş kargaları devlete hücum ederken devleti yönetmek kolay değildi.
Tüm işgalci devletler, azınlıklar ve Müslüman Türkün düşmanları Rum, ermeni, Yahudi ve diğerleri II. Abdülhamit'i sevmediler. Çünkü Sultan onların karşısında kale gibiydi. Kaleden kurtulmak lazımdı. Onun için ellerinden geleni ardına bırakmadan Sultan düşmanlığını yazdı, çizdi ve söylediler.
Sonuç olarak II. Abdülhamit sizin, bizim gibi insandı. Her insan gibi iyi tarafları, kötü tarafları vardı. Yapabilecekleri devletin içine düştüğü sosyal, ekonomik, askeri, diplomatik krizler nedeniyle sınırlıydı. Sultan Abdülhamit ne birilerinin dediği gibi "kızıl sultan", nede birilerin dediği gibi "gök sultandı". O da yıkılmakta olan imparatorluğun tüm sıkıntılarını çeken, elinden geleni yapmaya çalışan bir insandı.
Ruhu şad mekanı cennet olsun.