Adliye koridorundaki banka oturdu. Meraklı ve kaygılı gözlerle çevresine bakındı. Gözleri tanıdık sima aradı. Elindeki tebligata baktı. Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde 09.00’da hazır bulunması yazılıydı. Yerinden kalkıp duruşma salonunun kapısında asılı dava listesinden ismine baktı. Doğru tarih ve saatte geldiğine emin oldu. Koridorda kendisinden başka kimse yoktu. Koridor penceresinden dışarıya baktı. Biraz sonra elinde duruşma listesiyle genç mübaşir salon kapısından çıktı. Beklemekte olan Ebuzer’e hitaben, ‘Duruşman mı var.’ dedi. İlk kez adliyeye gelen Ebuzer, heyecandan elinde tutmakta olduğu tebligatı uzattı. Tebligata bakan mübaşir, Ebuzer’in yüzüne bakmadan, ‘Nüfus cüzdanını ver.’ dedi. Bu arada listedeki isimleri birkaç kez yüksek sesle okudu. Mübaşir, başka gelen olmadığını görüp elindeki nüfus cüzdanıyla içeri girdiğinde, Ebuzer’de salona girmek istedi. Mübaşir, beklemesini belirterek, ‘Biraz bekleyeceksin. İsmin okununca gireceksin.’ deyip içeri girerek kapıyı kapattı.
Koridor yavaş yavaş dolmaya başladı. Döşemesi kirden parlayan banka oturan Ebuzer, cebinden çıkardığı tespihini çekmeye başladı. Sabırsızlık ve heyecanla duruşmanın başlamasını bekliyordu. Gözü ve kulağı duruşma salonun kapısından çıkıp kendisini çağıracak mübaşirdeydi. Geniş koridorda birkaç kez volta attı. Yanından cübbeli, çantalı avukatlar geçiyordu. Alt ve üst katlardan mübaşirlerin yankılanan çığırtkan sesleri duyuluyordu.
Biraz önce oturduğu banka yaşlı bir kadınla, orta yaşlardaki kızı yan yana oturmuş fısıldaşıyorlardı. Karşı duvar dibindeki bankta oturmakta olan genç birisi ise kasten adam yaralamak suçundan yargılandığını yanındaki arkadaşına gururla anlatıyordu. Bu sırada ilçeden tanıdığı camcı Recep selam verip Ebuzer’in yanına çöktü.
Recep, ‘Geçmiş olsun’ dedi. ‘Sana da geçmiş olsun’ karşılığını verdi Ebuzer. Mahalle muhtarını tehdit ve yaralamaktan yargılandığını belirten Recep, ‘Şerefsiz muhtar devletin yardımlarını bana vermeyip akrabalarına dağıtıyordu. Ben de köy meydanında muhtarı tabancayla topuğundan vurdum.’
‘İyi yapmışsın’
Sende mi adam vurdun.’
‘Vurmadım. Bir ocağı cehenneme çevirip, küle döndürdüm.’
Söyleneni anlayamadı Recep.
‘Nasıl yani.’
‘Bak anlatayım da dinle Recep. Sizin karşı köydeki Kitapokumazlar’ın bana ne yaptığını öğren.’
‘Ebuzer, Kitapokumazlar’ı uzaktan tanırım. Çok temiz ayakkabı değillerdir. Çamur bir aile. Tanıyanlar onlardan uzak durur. Geçen yıl evleri, ahırları büyük bir yangında küle döndü.’
Ebuzer güldü. Gözlerinin içi parladı.
Öksürüp boğazını temizleyen Ebuzer, ‘Biliyorsun taksiciyim. Önceki yaz ilçe merkezindeki durakta beklerken bir yolcu aldım. İstanbul’da tekstil fabrikasında kesim şefiymiş. Şükürler köyündeki hasta anasını görmeye gidiyormuş.’
‘Lezgilerin Şero’sundan bahsediyorsun.’
‘Hah tamam işte o.’
‘Nerde kaldım. Şero’yu köye götürdüm. Köy meydanında indirdim.’
‘Zaten sokaklar dar olduğu için meydandan ötesine araba girmez.’
‘Aynen öyle.’
‘Ne diyordum. Evet, Şero’yu indirdim. Bagajdaki bavulunu verip arabaya biniyordum ki çeşme başında İklima’yı gördüm. Dünya güzeli bir kız kovasına su dolduruyordu.’
‘Kitapokumazlar’ın İklima’sının güzelliği dillere destan. Bizim köyden kaç kişi görücü gittiyse Haver Bey küçük kızını kimseye vermedi. Ablası evlenmeden küçüğünü kocaya vermem diye tutturduğunu işittim.’
‘Mübaşir, duruşma salonundan çıkıp birkaç ismi üst üste söyleyip kadınlı erkekli dört kişiyi içeri aldıktan sonra kapıyı kapattı. Ardından cüppeli iki kadın avukat ellerinde çanta ile salona girdi.
‘Sözümü kesme’ diye ikaz etti Ebuzer.
‘Hayatımda gördüğüm görebileceğim en güzel kızdı İklima. Sıcaktan ve çalışmaktan burcu burcu terlemişti. İnce belli, selvi boyluydu. Gözleri gökyüzünden daha maviydi. Arabadan inenin kim olduğuna bakmak için başını çevirdiğinde göz göze geldik. Bakışları içimi eritti. Beni köyden, buradan kurtar der gibi bakışına teslim oldum.’
‘Eee..’
‘Sözümü kesme dedim ya. Arabadan uzaklaşmadan Şero’yu çağırıp, çeşme başındaki kızın kim ve kimlerden olduğunu öğrendim. Hızla ilçeye döndüm. Bir hafta sonrada anamla- ablamı görücü gönderdim.’
‘Kızı hemen verdiler mi?’
‘Anamla ablam ikişer ay arayla üç kez görücü gitti. Üçüncüde Haver Bey, ‘Sizi ve ailenizi araştırdım. Temiz, namuslu, güvenilirsiniz. Oğlunuz da efendi, çalışkan ve kibarmış. Kısmetse olur.’
‘Haver Bey, kızı verdi yani.’
‘Sözümü kesme dedim ya. Gerçekten de kitapsızmış bu Kitapokumazlar. Kaynatam olacak bu kitapsız dürzü, ‘Kızımı veririm ama düğün gününe kadar ne köye adım atacak, ne de kızımı görecek. Töreyi ayakaltına aldırmam. Kızımı ancak düğününü yapıp evine götürdüğünde görebilir. Öncesinde kızımı görmeye kalkarsa anam avradım olsun öldürürüm.’ Demiş.
‘Anamla ablam töre her şeyin önünde ve üstünde diyerek kabul etmişler.’
Biraz önceki duruşma bitmiş, salondan çıkanlar ateşli şekilde bir birlerini suçluyorlardı. Duruşma salonunun kapısı önünde az da kavga ediyorlardı. Bereket versin adliye polisi koridorda devriye gezerken gruba denk gelmiş ve tarafları adliye binası dışına çıkarmıştı.
Ebuzer, derin bir nefes alıp, tespihini sertçe elinde çevirerek, ‘Bir yıl nişanlı kaldım. Nişanda bile İklima’nın yüzünü göstermediler. Aile büyüklerinin ve köy imamının katılımıyla nişanla, dini nikâhı birlikte yaptık. Yüzükler takıldı. Kalın kırmızı duvaktan İklima’nın o güzel yüzünü göremedim. Yüzük takıldıktan sonra yan odaya geçti. Anamla, ablam da İklima’nın yüzünü göremedi.’
‘Kitapokumazlar da gerçekten kitapsızmış. Hoca dini nikâhı kıydı mı İklima artık senin helalin. Kızın nasıl yüzünü göstermezler.’
‘Recep sözümü kesme dedim.’
‘Özür diliyorum. Devam et. Dinliyorum.’
‘Birkaç kez köye gidip İklima’yı göreyim dedim. Ancak namus düşmanı damgası yiyerek öldürülmekten korktum. Düğünden bir ay kadar önce kayınbiraderlerim denilen itler ile Haver kitapsızı ilçe merkezine geldi. Resmi nikâh işlemlerini belediyede yaptırdık. Çarşaflı ve yüzü kalın peçeli olduğu için yine İklima’nın yüzünü göremedim. Neyse sonbahar da harman kalktıktan sonra düğün günü geldi. Kalabalık araç konvoyla köye gittik. Davul-zurna eşliğinde halay çektik. Kitapsız, Kitapokumazlar’ın yüzünde bir sevinç var. Enişte diye yere göğe sığdıramıyorlar beni. İltifatın biri bin para.’
Çömeldikleri yerden kalkıp yanıbaşlarında boşalan banka oturdular. ‘İlçeye geldik. İklima konuşmuyor. Kırmızı kalın duvağını açmıyor. Töreye bağlı. Kendini saklıyor diye düşündüm. Akşam bizi gerdeğe verdiler. Heyecan, özlem ve coşkuyla kırmızı duvağı açmak isterken, yüz görümlüğü istedi. Çeyrek altını avucuna bıraktım. Duvağı açtım.’ Susup, Yutkundu. O anı yeniden yaşıyormuşçasına derin nefes alıp, ‘Karşımda başka bir kız vardı. Çeşme başında gördüğüm dünyalar güzeli gitmiş yerine başkası gelmişti.’
‘Bu Kitapokumazlar’dan gerçekten korkulur.’
‘Sözümü kesme bırak tamamlayayım. Gelini gecenin karanlığında kolundan tuttuğum gibi babasının evine götürdüm. Haver namussuzu ve oğullarının önünde, ‘Kızınızı alın. İstemiyorum. Benim İklima’m bu değil. Kandırdınız beni. Şimdi Jandarma karakoluna gidip sizi şikâyet edeceğim.’ Dedim. ‘Jandarma lafını duyunca Haver deyyusu, ‘İstediğin yere git. Candarmayla bizi korkutamazsın. Kızımı kapımdan alıp evine götürmezsen leşini kapımdaki köpeklere yediririm. Haydi şimdi karını al evimden defol.’ Diyerek beni tehdit edip kovdu.
‘Eee… Sonra’
Son kez diyorum sözümü kesme. Çaresiz, eve döndük. Elimi sürmedim. Salaklık bende nişanda, düğünde yüzü gösterilmeyen kızı niçin alırsın ki? İklima’nın yerine üç yaş büyük ablası Havva’yı vermişler. Neyse, Havva’yı eve bırakıp bir teneke gaz yağı alıp köye döndüm. Sabaha doğru Kitapokumazlar’ın evini, ahırını, samanlığını ateşe verip kaçtım. Namussuzlar gebermedi. Ocakları küle döndü. Gördüğün gibi ben de kundakçılıktan yargılanıyorum. Havva’yı soracak olursan. O gün sol kulağını kesip zarf içinde babasına gönderdim. Sonra da karı koca olduk.’
Mübaşirin, listeden Ebuzer’in ismini okumasıyla sohbet sona erdi. Ebuzer, korku ve heyecan içinde duruşma salonuna girip, kapıyı ardından çekerek kapattı.
SON