Cumhuriyet Caddesi’nde yürürken yıllar sonra Kırışık Kâmil’le karşılaştım. Ütüsüz, kırışık pantolon ve gömlek giymeyi severdi. Siyah uzun kıvırcık saçları, sivri çenesi, uzun kemerli burnu ve küçücük siyah gözleri hafızalarda kolayca yer buluyordu. Erzurum Lisesi’nde beraber okumuştuk. Derslerinde başarılıydı. Cevval bir zekâya sahipti. Okuldan derece ile mezun olmuştu. Dağınıktı. Kitap ve defterlerini ciltlemezdi. Defter ve kitaplarının uçları hep kıvrık olurdu. Bütün bu dağınıklık ve kırışıklığa rağmen Kâmil’in ince parmaklarının tırnakları uzun ve bakımlı olurdu. Özellikle serçe parmaklarının tırnaklarına nedendir bilinmez özel önem verirdi.
Hakkını vermek lazım. Asla kirli giyinmez, günlük sakal tıraşını olurdu. Kitap okumayı severdi. Felsefeye bayılırdı. Lisenin ilk yıllarında Platon, Epikuros, Sokrates, Immanuel Kant, Arthur Schopenhauer, Sartre, Hegel, Friedrich Nietszche, Muhyiddin İbni Arabi ve daha nicelerini okumaya başlamıştı. Felsefenin derin, coşkun sularında yüzüyordu. Babası esnaftı. Kavaflar Çarşısı’nda küçük bir ayakkabı dükkânı vardı. Kırışık Kâmil okul çıkışı sözde babasına yardıma giderdi. Dükkânda köşeye çekilir felsefe kitaplarını okurdu. Antik Yunan Felsefesinden, İslam Felsefesine, Yakın Çağ felsefesine kadar bulduğu kitapları soluksuz okur, okuduğunu anlamaya ve yaşamaya çalışırdı.
Müslüm Bey, oğlunun felsefeyle ilgilenmesinden hoşnut değildi. Kâmil’in Kur’an öğrenmesini, namaz kılmasını, oruç tutmasını istiyordu. Şehirdeki cemaat ve tarikatlardan birisine müntesip olmasını arzuluyordu. Kâmil’in namazla, oruçla ve dini yapılanmalar ile arası iyi değildi. Aklını kiraya vermek istemiyordu. Amcaları, dayıları, çevre esnafı Kâmil’in ütüsüz, kırışık giysiler giyinmesini okuduğu felsefe kitaplarına bağlıyordu. Kâmil’in felsefe kitaplarından bir an önce uzaklaştırılıp dini ve milli kitaplara başlaması için kimi dua ediyor, kimi adak adıyor kimi de psikolojik baskı uyguluyordu. Cami imamı Cafer Hoca, semtteki güçlü ve etkin cemaatin müntesibi Hacı Yusuf Hoca da Kâmil’i “gittiği zararlı, kötü yoldan kurtarmak” için seferber olmuştu. Yusuf Hoca, Kâmil’i birkaç kere yemeğe götürüp, felsefe kitaplarından uzaklaşması için nasihatlerde bulunmuştu. Kâmil’in akıllı, zeki birisi olduğunun ve cemaatlerine intisap etmesi halinde huzurlu, mutlu, imanlı ve aydınlık bir geleceğe kavuşacağını belirten Yusuf Hoca, ‘Sen asımın neslisin. Geleceğin imanlı bilim adamı, başarılı bürokratı, iş adamı olacak potansiyele sahipsin. Okuduğun zararlı kitaplar, anarşist düşünceler beynini yıkamış. Pırlanta gibi gençsin. Gel bu zararlı düşüncelerden, kitaplardan vaz geç. Babanı ve aileni utandırma. Baban bizim kardeşimiz, sen de evladımızsın. Muzır düşüncelere kapılıp kendini ve geleceğini ateşe atıp, ahiretini yok etme.’ nasihatında bulunmuştu.
Kâmil söylenenleri saygıyla dinlemiş, Yusuf Hoca’ya ‘Beni düşündüğünüz için teşekkür ediyorum. Siz kendinizi kurtarın. Benim için endişelenmeyin. Özgür bireyim. Doğru ve yanlışı sizden daha iyi biliyorum. İslam dini ve bütün semavi dinler akla, doğru düşünceye önem vermiştir. İslam felsefesi ‘Kur’andan beslenip. ‘akla ve düşünceye önem verir. Kur’anda Allah sıkça, ‘Düşünmez misiniz, Akletmez misiniz? ilahi ikazında bulunuyor. Ben de aklımı kullanıp gerçek mutluluğun peşinden gidiyorum. Bu arada yemek davetiniz için teşekkür ediyorum.’ diyerek sohbeti sonlandırmıştı.
Kâmil’in evde kalmış halası Mecbura Hanım’da yeğenine muska yaptırıp, kem gözlerden korunması için kurşun döktürmüştü. Müslüm Bey, oğlunun felsefe kitapları okumasından utanıyordu. Felsefeden uzak durması için kemerinin tokasıyla oğlunu birkaç kez dövmüştü. Kâmil, felsefeden uzaklaşmak yerine daha çok bağlanmıştı Descartes’e, Hegel’e, Platon’a ve Konfüçyüs’e.
Kâmil yıllar önceki Kırışık Kâmil’di. Sinekkaydı tıraşıyla karşımda yine ütüsüz kumaş pantolon ve gömlekle duruyordu. Kıvırcık saçlarına, şakaklarına beyaz düşmüştü. Beni görünce yüzünde tebessüm oluştu. Soğuk ve yağmurlu Eylül ikindisinde Kırışık Kâmil’in gözlerinde Temmuz güneşinin tatlı ve yakıcı sıcaklığı yayılmaya başladı. Ya da bana öyle geldi. Birden Kırışık Kâmil’i çok özlediğimi ve sevdiğimi anladım. Farklı dünya görüşüne sahipti. Sakin, kendinden emin hali, güzel akıcı ve düşük tonlu konuşması hayranlık uyandırıyordu.
Çizgileri ve prensipleri olan Kırışık Kâmil’e, daha lise yıllarında gıpta ederdim. Yanı başımızdaki açık hava çay ocağının küçük taburelerine oturduk. Limonlu semaver çayı eşliğinde sohbetimizi sürdürdük. Ellerini avuçlarımın içine alarak, ‘Kadim dostum hiç değişmemişsin. Yine ütüsüz gömlek ve pantolon giyinmişsin. Bu arada anlat bakalım neler yapıyorsun? Nerelerdesin? Özlettin kendini filozof dostum. Yine felsefeye devam mı?’ diye sordum.
Kırışık Kâmil tatlı, yumuşacık ve akıcı ses tonuyla, ‘Hiç değişmemişsin diyorsun ya, yanılıyorsun dostum. Değiştim. Hem de çok değiştim. Düşünceler de inançlar da mevsim çiçeği gibidir. Açmak, renk koku salmak için mevsimini beklerler. Hiçbir düşünce mevsiminden önce filizlenmez. Düşüncelerim, inançlarım değişiyor. Değişimin olmadığı yerde felsefe olmaz.”
Kırışık Kâmil’in sıcacık tebessümle yüzüne, ışıldayan gözlerinin içine bakarak, “Kadim dostum felsefeden anlamam. Ekonomiden, insandan, borsadan, şiirden, kadından anlarım. Bilirsin felsefeden anlamam. Felsefe nedir?”
Kırışık, çayından yudumladı. İnce belli bardağın üzerindeki kurumuş su lekelerini göstererek, “Felsefe, çay bardağı üzerinde kurumuş olan sayısız su lekesinin ortaya çıkardığı yaşama ahlakıdır.”
Sözünü yarıda keserek, “Yani” dedim.
“Dostum, insan var oluşu gereği bilmeyi arzu eder. Eğer bardaktaki kurumuş su lekesini kir olarak görürsen gerçeği göremez ve anlayamazsın. Merak felsefenin bahçesidir. Bu bahçede meraklı olanlar ancak gerçeğe cesurca ulaşır..”
“Eyvallah. Şu yaşama ahlakı nedir?”
Kırışık Kâmil bardağı masanın üzerindeki tabağın üzerine usulca bırakıp, “Yaşama ahlakı, su lekesi bulunan bardağı kırmadan saygı ve nezaketle yerine bırakmaktır. Kısacası dostum, senin ve senden olmayanın hakkına saygı duymak. Bunu başarırsan felsefenin sisli vadisinden elinde mevsim çiçekleriyle çıkmış olursun.”
Kırışık Kâmil’in kırlaşmış saçlarını ima ederek, “Felsefe insanı yaşlandırıyor galiba” dedim.
Kırışık, Palandöken’in tatlı suyu gibi ses tonuyla, “Her şeyden önce yaşlandım. Saçlarıma kır düştü. Bedenim yaşlanırken, düşüncelerim gençleşti. Kırk beş yaşındayım ama zihnim hâlâ on sekiz yaşında. Daha özgür ve mutluyum. Her bir düşünce, yeni bir bilgi afrodizyak etkisiyle beni gençleştiriyor, sevindiriyor ve mutlu ediyor. Herkes zarfa bakarken ben zarfın içindekine aşık oldum. Çünkü gerçek dediğimiz mutluluk zarfın içindeydi…’
‘Mutluluk ve özgürlük göreceli kavramlar dostum. Hangimiz gerçek anlamda mutlu ve özgürüz ki’ dedim.
Kırışık Kâmil, ‘Dostum, Portekizli şair ve yazar Fernando Pessoa’nın özgürlük ve mutluluk üzerine çok güzel tesbiti var. Pessoa diyor ki; Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür; bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşayamıyorsan doğuştan kölesin demektir. Ruhen ya da zihnen en yüce mertebelere ulaşmış olabilirsin: soylu bir kölesin öyleyse ya da zeki bir uşak ama özgür değilsin İlk çağdan bugüne kadar filozoflar gerçek mutluluğun ve özgürlüğün mutlak arayışı içerisinde.’ dedi.
Bu sırada şiddetli patlama oldu. Arka sokaktan bağrışmalar geliyordu. Çayı ve sohbeti yarıda bırakıp gayri ihtiyari arka sokağa koşarak gittik. Üç katlı evin ikinci katından dumanlar ve alevler yükseliyordu. Otuz yaşlarında bir kadın kendini yerlere atıp, ‘Bebeğim içerde. Yavrumu kurtarın. Allah’ını seven yavrumu kurtarsın. Bırakın beni yavrumu kurtarayım.’ çığlığı atıyordu. Kırışık Kâmil şaşkın ve korku dolu bakışlar arasında alevlerin ve yoğun dumanın yükseldiği eve girdi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yaklaşan itfaiye araçlarının, ambulansların siren sesleri caddede yankılanmaya başladı. Alev ve dumanlar binayı tamamen kaplamıştı. Kırışık Kâmil ve bebeğin hayatı için endişe ederken, dumanların arasından Kâmil’in silueti belirdi. Kırışık Kâmil, göğsüne sıkıca yasladığı ıslatılmış nevresim içindeki bebek ile dışarı çıktı. Uzun kıvırcık saçları kısmen alevlerden yanmış, yüzü is içerinde kalmış olan Kıvırcık Kâmil, bebeği annesine sağ salimen teslim ederken, gözlerinden mutluluk saçılıyordu. Filozof kadim dostuma kahramanlığı için sarılıp teşekkür ettim. Kırışık Kâmil, hiçbir şey olmamış gibi, fısıltı halinde ‘Felsefe insanı yaşatmaktır’ dedi.
SON