Kabul edelim, insan hayatının en büyük ironilerinden biri korku ve cesaretin aslında birbirine bu kadar yakın olmasıdır. İkisini ayıran çizgi düşündüğümüz kadar kalın değildir. Hatta çoğu zaman, cesaret dediğimiz şey korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen atılan adımdır. Belki de bizi en çok yanılgıya düşüren şey, cesur insanları korkusuz sanmamızdır. Oysa onlar da korkar, hatta bazen bizden daha derin, daha yakıcı korkular taşırlar. Ama aradaki fark, o korkuyu taşırken harekete geçip geçmemeleridir.
İnsanlık tarihi boyunca korkunun evrimsel bir rolü olmuştur. Psikolojide buna “hayatta kalma içgüdüsü” deriz. Korku, bizi tehlikeden uzak tutar, bizi hayatta tutar. Peki ya cesaret? Cesaret de bir tür evrimsel mekanizmadır aslında. Çünkü bazen hayatta kalmak için riske girmek, bilinmeyene adım atmak gerekir. Atalarımız mağaradan çıkıp bilinmez ormanlara yürüdüklerinde, aslında cesaretle korkunun aynı sahnede dans ettiğine tanık oluyorlardı. Ve bu dans olmasa, biz bugün burada olmazdık.
Modern dünyada korkularımız değişti. Artık bir yırtıcı hayvan saldırısından korkmuyoruz belki ama işsiz kalmaktan, sevilmemekten, başarısız olmaktan ya da toplumun beklentilerini karşılayamamaktan korkuyoruz. Cesaret de bu noktada yeniden anlam kazanıyor. Çünkü bazen bir iş görüşmesine gitmek, bir sahneye çıkmak, ya da sadece “hayır” demek bile en az mağara devrindeki kaplanla yüzleşmek kadar büyük bir cesaret gerektiriyor.
Bakın, örnekler hayatın her köşesinde karşımıza çıkıyor. Thomas Edison’u düşünün: Defalarca başarısız oldu, binlerce kez denedi ve sonunda ampulü icat etti. Her başarısızlık, onun için yeni bir korku demekti. “Ya bir kez daha olmazsa?” sorusu kulağında çınlıyordu. Ama yine de devam etti. Korkularına rağmen attığı adımlar, bugün bizim evlerimizi aydınlatıyor.
Ya da J.K. Rowling.“Harry Potter” kitaplarını yazmadan önce işsiz, depresyonda ve yalnız bir anneydi. Defalarca yayınevi tarafından reddedildi. O ret mektupları onun korkularını besledi ama aynı zamanda cesaretini de şekillendirdi. Sonunda, korkularına rağmen kalemi bırakmadı. Şimdi milyonların hayal dünyasını değiştiren bir isim.
Bizden de örnekler var. Aziz Sancar’ı hatırlayalım. Mardin’den çıkıp Amerika’da Nobel’e giden yol, yalnızca zekâ değil, korkulara rağmen atılan cesur adımların da yolculuğuydu. Yabancı bir ülkede, farklı bir dilde, belirsizliklerle boğuşarak bilim üretmek.Bu hikâyede cesaretin sessiz ama derin izlerini görebiliriz.
Ya da Gülseren Budayıcıoğlu’nu düşünelim. Psikiyatri alanında uzun yıllar çalışan bir kadın olarak, toplumsal önyargılara rağmen kendi yolunu açtı. “Olmaz, okunmaz, satmaz” denen hikâyelerinden bugün milyonlarca insana ulaşan kitaplar çıktı. Korku ve cesaretin iç içe geçtiği bir örnek.
Hatta ünlü olmaya gerek yok. Mahallenizdeki küçük esnafı düşünün. Borçla açtığı dükkânı batırma ihtimali, her sabah o kepengi kaldırırken içinde hissettiği korku.Yine de açıyor kepengi, çünkü cesaret dediğimiz şey tam da budur:
Korkuya rağmen devam etmek. Üniversiteyi kazanamama ihtimaline rağmen tekrar sınava giren genç, baskılara rağmen kendi istediği mesleği seçen öğrenci, ya da yıllarca sessiz kalan ama sonunda kendi hikâyesini yazmaya başlayan bir kadın.Bunların hepsi, tarihe geçmese de kendi hayatlarının en büyük cesaret hikâyeleridir.
Şunu fark ediyorum: Cesaret çoğu zaman sessizdir. Gösterişe ihtiyaç duymaz. Korku ise çok ses çıkarır, elimizi titreştirir, kalbimizi hızlandırır. Ama yine de cesareti var eden şey, işte o titreme ve hızlanmadır. Cesaretin kaynağı, tam da o anda pes etmeyi seçmemek.
Bir bakıma korku, yaşamın gerçeğidir; cesaretse yaşamın itirafıdır. Korkusuz yaşamak mümkün değil, hatta belki de gereksiz. Çünkü korkunun olmadığı bir yerde öğrenme, büyüme ve ilerleme de olmaz. Cesaret ise, “evet korkuyorum ama yine de yapacağım” diyebilmektir.
Şimdi kendi hayatımıza dönüp bakalım: Bizi en çok geliştiren anlar, korktuğumuz ama yine de adım attığımız anlardır. Üniversite sınavında kalemin elimizde titrediği o ilk saniye, kalabalık bir ortamda sesimizin çatallandığı o ilk konuşma, ya da sevdiğimiz birine açılmadan önce kalbimizin deli gibi çarptığı an.İşte bunlar, yaşamın en insanca sahneleri.
Bence mesele, korkudan kurtulmak değil; korkuyla yaşamayı öğrenmek. Ve belki de asıl güç, cesareti abartmadan, korkuyu küçümsemeden ikisinin arasındaki ince çizgide yürüyebilmektir. Çünkü tam da o çizgi, yani korku ve cesaretin birbirine değdiği o alan, insan olmanın ta kendisidir.
“Sen hangi korkuna rağmen cesaret gösterdin?”
