Mevsimler hızla birbirini takip eder baharla başlayan güzel günler yazın sıcaklarının sonunda Eylül ayıyla birlikte incirin, üzümümün ve diğer kış meyvelerinin pazara gelmesiyle bir renk cümbüşü oluşturur ve insanlar imkânları ölçüsünde faydalanır konu komşuya pay edilir böylece sosyal hayat zenginleşerek devam ederdi.
Köylerde hayvan gübreleri önce basmalara dönüştürülür, Haziran ayında küreklerle kare şeklinde kesilir, zincir şeklinde yani domino taşları gibi basmalıkta dizilir, Ağustos ayında kalak yapılır, Eylül sonu itibarıyla evin yakacaklık bölümüne alınırdı.
Ekim ayında arazide kuruyan gırç adını verdiğimiz bitkiler toplanır ve depolanırdı. Dağ yamaçlarında biten aslında erozyonu önleyen gevenler kesilir, kış hazırlığı tamamlanmış olurdu. Bir kış boyu yakılacak malzeme depolanmış, Sobacılar teneke sobaları ve borularını imal etmiş, evlerde yani odalarda yerlerini almışlardı.
Tarlalardan sökülen patatesler açılan kuyulara doldurulmuş, üzerleri toprakla kapatılmış bir vaziyette kışa hazır hale getirilmişlerdi.
Bostanlarda yetişen şalgamlar sökülmüş, evlerde günlerce siniler çırtılarak küplere doldurulmuş, turşu olmak için evin kuytu köşesindeki yerlerini almıştı. Lahanalar haşlanmış, turşu olmak için küplere benzer şekilde yerleştirilmiş, kışın lahana dolması yapılmak, çortutu pancarı pişirilmek için kilerdeki yerlerini almışlardı.
Köylerde artık dışarıda hiçbir şey kalmamış, güzlükler ekilmiş, son bahar yağmurlarıyla kışa giriş hazırlıkları tamamlanmıştı. Yağmurlar yağmaya başlamış, havalar soğumuş artık teneke sobalarda geven, gırç ve tezekler yakılmaya başlamış, çaylar, yemekler sobaların üzerinde engah engah pişerken yeni bir hayat şekline evrilmişti.
Yağmurlar havaları serinletmiş, insanlar yanan sobaların etrafında kümelenmiş, soba üzerinde demlenen çaylar eşliğinde kızaran patates dilimlerini zevkle yerken muhabbetin tadı da zirve yapmıştı.
Köy odalarında günün büyük zamanı geçer, askerlik anıları, birinci dünya savaşının acı hikâyeleri, halk hikâyeleri altı ay sürecek zaman diliminin konuları içinde yer alırdı. Buralarda gençler oturmayı, kalkmayı, söz istemeyi ve hayatın güzelliklerini öğrenir, tezek sobalarında demlenen çayları bardaklara doldurarak büyüklerden başlayarak yaş sırasına göre dağıtarak toplumsal hayata başlarlardı. Yani tam bir eğitim ve öğretim merkezine dönüşen köy odaları asırlarca sürüp giden kültürün aktarma merkezi olurdu.
Bacalara düşen yağmur seslerinin çıkardığı müzikal sesler, sobadaki kıvılcım sesleriyle birleşerek büyüklerin nasihatleriyle ilahi musikiye dönüşür, sesi güzel olanların def eşliğinde söyledikleri gazellerle meşk meclisleri kurulurdu. Birde ilahi vecde sıra geldiğinde o muhteşem hu çekmeler insanı dünya hayatında sıyırır ilahi güzelliklerin içine taşırdı.
Evet, çocukluğum bu güzellikleri yaşayarak, görerek, duyarak ve tasavvufun bu inceliklerini seyrederek geçti. (Ha yanlış anlaşılmasın o zamanki tasavvuf anlayışı ile sakın bugünkünü karıştımayın)
Sonuç olarak yağmurlar yağmaya başlayınca sobalarda yanmaya başlar, tezeklerin çıkardığı ısıyla yeni bir hayat başlar, kar yağınca yollar kapanır, köyler kapalı bir kutu olur günler haftalar geçer ve ancak buzlar çözüldüğünde, karlar eridiğinde, leylekler, sıvırcıklar tekrar geriye geldiğinde yeni yepyeni bir hayat başlardı. Bahar gelip göçmen kuşlar uçup ahırlarda beslenen hayvanlar kırlara çıkıncaya kadar…. Kuzular melemekte, koyunlar özgürce yaylaların yolunu tutmakta….