Çifte Minareli Medrese’nin bahçesindeki bankta oturmuş yerli ve yabancı turistlerin tarihi yapıyı inceleyip, hatıra fotoğrafı çekmelerini merak ve ilgiyle izliyorlardı. Güneş gözlüklü, kokartlı kadın rehber, mihmandarlık yaptığı gruba Rusça, tarihi yapı hakkında bilgi veriyordu. Yaz güneşi altında bankta uzun süre oturmuş olmaktan canı sıkılmış olan Hacı Cemil, banktaki arkadaşı Fuat Usta’ya, ‘Haydi kalk bize gidelim.’ dedi.
‘Ne var siz de. Ne güzel açık havada oturuyoruz. Keyfimizi bozmayalım.’
‘Israr ediyorum. Bize gidelim. Elektrikli semaverde sana kaçak Seylan çayından demlerim, içersin. Seni bilirim kaçak çaya hayır demezsin.’
Güzel Rus kadın ve kızlarını çaktırmadan takip eden Fuat Usta, şaka yollu ‘Şimdi bu güzellikleri bırakıp da sizde ne yapacağız Hacı Cemil söyler misin?’
‘Kızın, torunun yaşındaki gâvurlara bakıp günaha girme. Genç de değilsin ki diyeyim güzel gâvur avratlarıyla gözünü gönlünü doyurup, eğlendiriyorsun.’
‘Hacı Cemil, gönlün yaşı yoktur. Ah ulan şimdi genç olacaktım ki o zaman görecektin beni. Gençliğimizde öcü gösterdiler aha bu Rusları bize. Böyle güzel olduklarını bilsem…’
‘Tövbe… Tövbe…’
‘Fuat Usta, evli barklı, torun torba sahibisin. Bir oğlun avukat, bir kızın öğretmen, boyun kadar torunların var, kendinden utan. Ölüm var.’
‘Senin gibi mollayla oturursam olacağı bu.’
‘Hadi uzatma bize gidelim. Balkonda çay keyfi yapar, biraz da havadan sudan konuşuruz.’
Oturdukları banktan kalktılar. Hacı Cemil, eşinin genç yaşta trafik kazasında ölmesinin ardından evlenmemişti. Hacca gitmişti. Hac dönüşü içine kapanmış ve yalnızlığı seçmişti. Posta işletmelerinden emekli memurdu. Çukura kaçmış kahverengi gözleri, ince tel gözlükleri, kısa kesim kırlaşmış saçları, çökmüş avurtlarını gizleyen uzun favorileriyle dikkat çekiyordu. Tek dostu, arkadaşı Karayollarından emekli motor ustası Fuat Usta’ydı. Fuat Usta neşeliydi. Kilolu, iri yarı, tepesinden dökülen saçlarını saklamak için kasket takardı. Neşeli türküler dudağından eksik olmazdı. Bayram ve Cuma namazlarını kaçırmazdı. Gençliğinde bolca içki içmişliği vardı. Arada bir kaçamak yapmakta sakınca görmüyordu. Eşinin kolunda yüz yirmi gram altın bilezik vardı. Zekâta inanır ama vermekten imtina ederdi. Cuma namazlarındaki hutbeyi camiden çıkmadan unuturdu. Hayatta benzinli araç motorlarını tamir etmekten, motor arızaları ve tamiri üzerine konuşmaktan keyif alırdı.
Hacı Cemil ile uzaktan akrabaydı. İki arkadaş sohbet edip, yürüyerek Hacı Cemil’in evine doğru yürümeye başladı.
Hacı Cemil, ‘Fuat Usta biliyor musun yıllardır evimde misafir ağırlamıyorum. Kimse kapımı çalmadı. Ne yalan söyleyeyim çalana da kapımı açmadım.’
‘Doğru olamaz.’
‘Valla doğru söylüyorum. Yengen o talihsiz kazada öldükten sonra. Her şeye, herkese küstüm.’
‘Kadere de mi?’
‘Kadere küsmedim. Kader varlığımın mihenk taşı. İnsanlara küstüm. Çevremde mutlu insanlar, mutlu aileler görmeyi istemedim. Başkasının mutluluğu bana yılan zehri gibi geliyordu.’
‘Hacı Cemil, ben mutluyum. Çevremde de mutlu insanları görmek hoşuma gidiyor. Mutluluk kadehteki içki gibidir. Yudumlamadıkça, tadını alamazsın.’
‘Süslü cümleleri bırak Fuat Usta. Mutluluk da mutsuzluk da nasip işi.
‘Yaranı deşmek istemem ama yengem nasıl ve ne zaman öldü.’
‘Ecel geldi, yengen gitti.’
‘Nasıl yani?’
‘Bak anlatayım Fuat Usta. Evliliğimizin ikinci yılında yengen, yolun karşısındaki marketten ekmek alıp eve dönerken, çöp kamyonu çarptı. Kamyonun altında kalan yengen oracıkta can verdi. Şoför klakson çalmış ama yengen duymamış. İşte böyle.
‘Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.’
‘Amin’
Kırmacı Mahallesi’ndeki daracık kadim sokaktaki bahçeli ‘Huzur Apartmanı’nın önüne geldiler. Hacı Cemil’in ikinci kattaki evine çıktılar.
Yetmişli yılların mobilya tarzının hakim olduğu evde çağdaşlık adına dev ekran LCD televizyon dikkat çekiyordu.
Etnografya müzesindeymiş gibi odalardaki antika sayılabilecek semaver, dolap, siyah beyaz GRUNDİK televizyon, PHILIPS kasetçalar ve daha birçok ev aksesuarı vardı. Pencere camları pek açılmadığı için hafif küf kokusu kendini hissettiriyordu.
‘Balkona çıkalım. Bu arada sana semaverde kaçak İran çayı demleyeyim.’
Fuat Usta, yaşlı, uzun ve bol yapraklı kavak ağaçlarının gölgelediği balkondaki plastik sandalye oturdu. Sigarasını yaktı. Çevredeki evleri, sokaktan geçmekte olanları inceleyip, ıslıkla oynak bir Karadeniz türküsü tutturdu.
Hacı Cemil çayı demlemiş, bardakların yanında çerez, gofret ve çay tabağı içindeki irice kesilmiş limon bulunan tepsiyle geldi.
Misafirinin karşısındaki sandalyeye oturup çay servisi yaptı. Kıtlama şeker eşliğinde kokulu, kaçak İran çayını yudumladılar.
‘Evin de sende antikasın. Kendimi etnografya müzesinde hissettim. Dostum, bunları satsan iyi para eder. Sonra söylemedi deme. Allah geçinden versin öldüğünde bunları akrabaların yağmalar ya da antikacılara satarlar.’ Dedi.
Eliyle kalbini göstererek, ‘Benim motor da teklemeye başladı. Motor ustasısın bunun ne demek olduğunu iyi bilirsin. Yani yarın öbür gün motor su kaynatacak. Ben de öleceğim. Beş ay önce doktora gittim. Kalbimin durumu iyi değilmiş. Kalp kapakçıklarının değişmesi gerekiyormuş. Acilen ameliyat olmam gerekiyormuş. Masada kalabilirmişim. Biliyorsun tek yakınım, dostum sensin. Eğer bana emri hak vaki olursa…’
‘Doktorlara inanma onlar kendilerini ilah zannediyor. Benden sağlamsın. Taş gibisin.’
‘Mezar taşı gibi’
‘Ne alaka. Turp gibisin. Hem de bizim köylü Kor Zakir’in bostanındaki turptan daha sağlam ve sağlıklısın.’ Gülüştüler.
‘Biliyor musun Fuat Usta, altmış iki yıllık şu ömrümde üç kez ölümü yendim.’
‘Allah’ın sevgili kuluymuşsun. Bak kendin söylüyorsun, dört kez Azrail’i yenmişsin. Neden korkuyorsun.’
‘Dört değil, üç’
‘Tamam. Özür diliyorum.’
‘Fuat Usta, dört yaşında çocukken köyde tarlada zehirli yılan ayağımı soktu. Hocanın karısı Bülbül Abla şifalı otlarla tedavi etti de ölmedim. İkincisi asker de nöbete giden alt devremin silahının güvenlik mandalını indirmeden bana doğrultup şaka ile tetiğe basması sonucu karnımdan vuruldum. Mermi vücudumu delip geçti. İçilecek suyum, yenilecek ekmeğim varmış ki ölmedim. Yedi ay askeri hastanede yattım. Pandemide kovit oldum. Yirmi gün entübe edildim. Yine ölmedim. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Ama bu sefer başka. Öleceğime inanıyorum.’
‘Moralini yüksek tut. Dedim ya benden daha sağlıklı ve zindesin.’
‘Fuat Usta, kendimi biliyorum. Çekirge misali Azrail’in elinden üç kez kurtuldum. Dördüncüsünde kurtuluş olmayacak. Üç aydır her gece mezarda yatıp uyuyorum. Şaka yapmıyorum.’
‘Hacım, gel sana şöyle helal süt emmiş bir yenge bulup evlendirelim. Kalbin gençleşir, vücudun zinde kalır. Bir erkeği gençleştiren kadınıdır. Ölüm evhamına kapılmışsın dostum bundan kurtulmalısın.’
‘Fuat Usta, içeride sana inanamayacağın bir şey göstereceğim.’ deyip sandalyesinden kalkarak iç odaya geçti. Fuat Usta’da, merakla arkadaşının ardından içeri girdi. Yatak odasının kapısında duran Hacı Cemil, ‘Gözleri kapat. Üç adım bana doğru gel. Aç demeden gözünü sakın açma emi.’
‘Tamam’ dedi.
Söyleneni yapan Fuat Usta, yatak odasının kapısına gelince Hacı Cemil’in, ‘Açabilirsin’ komutuyla gözünü açtı. Gördüğü karşısında şok olan Fuat Usta’nın dudaklarından, ‘İmkânsız. Yok daha neler. İnanamıyorum. Gerçek olamaz’ sözcükleri döküldü.
Hacı Cemil, yatak odasına yerleştirmiş olduğu beyaz mermerden yapılma mezarın içinde uzanmış Fuat Usta’ya tebessümle bakıyordu