Türkiye’nin en belirgin geleneklerinden biri hiç kuşkusuz misafirlikti.Kapı bir kere çaldı mı “kim geldi acaba?” diye sevinçle ayağa kalkılır, mutfağın ışığı hemen yanar, çay suya konurdu. Komşuluk dediğimiz şey de birbirini gözetmek, çorbanın fazlasını yan daireye göndermek, bir ihtiyacı “ayıp olur” diye söylemeden karşılamaktı. Şimdi dönüp bugüne baktığımızda, o kapı zili sadece kargo getiriyor, o komşu kapısı ise bazen yıllardır açılmıyor. Güler yüzün yerini “rahatsız etmeyeyim” endişesi, sohbetin yerini telefonda bir “tamamdır” mesajı almış durumda. Peki nasıl oldu da sosyalliğin bu kadar güçlü olduğu bir toplum, yalnızlığın yeni ve sessiz biçimlerine evrildi?
Belki de mesele sadece “komşuluk öldü” demek kadar basit değildir. Çünkü yalnızlık, artık yaşlıların değil; gençlerin, çalışanların, şehirde yaşayan herkesin ortak hali. Apartmanda kaç daire olduğunu bilmeden yaşayan milyonlar var bugün. Anahtarı elinde hazır tutup sessizce eve süzülen insanlar.Asansörde iki saniyelik göz temasını bile gereksiz bulan bir acelecilik. Kalabalık içinde görünmez olmak, modern şehir hayatının yeni normu hâline geldi.
Eskiden misafirlik içtenlikti; şimdi ise misafir gelme ihtimali bile bazı insanları panikleten bir sosyal yük haline dönüştü. Ev dağıldıysa sorun, ruh dağıldıysa daha da büyük bir sorun. İnsanlar sadece birilerini ağırlamayı değil, kendi hâllerini de ağırlayamaz oldu. Her şey “hazır hissetme” haline bağlandı.Eskiden “gel, otur bir çay iç” demek yeterliydi, şimdi ise “uygun musun?” mesajı bile atmaya çekinilir oldu.Çünkü modern ilişkilerin en büyük açmazı şu:Herkes birbiriyle iletişim içinde ama kimse birbirine gerçekten dokunmuyor.
Teknolojinin etkisini de yok sayamayız.Kapıya tıklayıp giren komşu sıcaklığı, yerini bildirim sesine bıraktı.Hâl böyle olunca insanlar sanal kalabalığa karışıp gerçek yalnızlıklarını daha çabuk gizler oldu. Komşudan değil, ekrandan sıcaklık bekler olduk. Halbuki algoritma insana çorba getirmiyor, bir ihtiyacını söylemeden anlamıyor, acını yüzünden okuyamıyor. Kısacası eski komşuluğun yerini, hiçbir zaman tam dolduramayacak bir dijital yakınlık aldı.
Ama mesele sadece teknoloji değil. Ekonomik koşullar da toplumsal bağları gevşeten bir başka unsur. İnsanların çalışma saatleri uzadı, yorgunluk bir yaşam biçimine dönüştü. Eve gelince kapıyı kapatıp dünyadan soyutlanmak daha konforlu geliyor. İnsan ilişkileri, enerji isteyen bir çaba haline geldi; çaba isteyen şeyler ise giderek erteleniyor. Böyle olunca misafirlik de komşuluk da dokunulmaz, hatta unutulabilir bir değer gibi görünmeye başladı.
Yine de tüm bu değişimin ortasında asıl soru şu: Biz gerçekten yalnızlığı mı seçiyoruz, yoksa bize dayatılan düzen bizi yalnızlaştırıyor mu? İnsan doğası ilişkiyle, temasla, yüz yüze konuşmayla güçlenen bir doğa. Fakat günümüz insanı, duygusal ihtiyaçlarını bile “rahatsız etmeyeyim” düşüncesiyle içine gömer oldu.Bir fincan kahve eşliğinde yapılan on dakikalık bir sohbetin bile terapötik etkisi varken, biz o on dakikayı bile birbirimizden esirgiyoruz.
Belki komşuluk tamamen ölmedi; sadece hatırlanmaya, yeniden çağrılmaya ihtiyaç duyuyor. Kapıyı çalan biri olmayınca insanın içindeki kapıların da sessizce kapandığını fark etmesi uzun sürmüyor. Belli ki mesele “kimse bize gelmiyor” değil, biz de kimseye gitmiyoruz. Modern hayatın hızlı akışında nefes almayı unuttuğumuz için, birbirimizi de unutur olduk.Ama iyileşme dediğimiz şey bazen çok basittir:Yıllardır selam vermediğin komşuna merhaba demek, bir gün bir tabak yemek götürmek, kapının zilini yeniden insan sesiyle ilişkilendirmek.
Kısacası misafirlik bitmedi, komşuluk kaybolmadı; hepsi sadece bizim geri dönmemizi bekliyor.Yalnızlık modern çağın modası olabilir ama unutmayalım:Biz bu coğrafyada her zaman kalabalık sofraların, kapısı açık evlerin, birlikte iyileşen insanların çocuklarıyız. Bugünün sessiz apartmanları,yarının yeniden canlanacak mahalle kültürünün hatırasını saklıyor gibi.Tek gereken, kapıyı açacak cesareti yeniden hatırlamak.
