Orhan Yıldırım


MUŞMULA TURŞUSU

Küçük halam akşam yemeğine davet etmişti.


Küçük halam akşam yemeğine davet etmişti. Yemek sonrasında çaylar içilmiş, izin isteyip kalkacaktım ki, halam.

‘Turşu sever misin?”

“Bu da sorulur mu hiç.”

“Muşmula turşusu yapmıştım. Allah rahmet eylesin yengem güzel yapardı. Bir bardak vereyim tadına bak, nasıl olmuş?”

“Muşmulayı severim, ama içeceğimi zannetmiyorum”

“Neden?”

“Neden mi? Evet güzel bir soru.”

“Ciddi olarak soruyorum neden içmek istemiyorsun”

Karşımdaki konuşuyordu. Artık söylenenleri duymuyordum.

Akşamları şehir merkezindeki bir salonda buluşup okey oynuyorduk. Ramazan’da ise iftarı yaptıktan sonra sahura kadar oynardık. Mert, Şahin, Ekrem ve ben pencere kenarındaki örtülü masanın müdavimiydik. Mert’le, Şahin iş adamıydı. Ekrem, yerel bir gazetenin sayfa sekreterliğinden emekli olmuştu. Evlenmemişti. Huysuz ve titizdi. Annesi akraba ve komşulardan çok kızı müstakbel gelini olarak gözüne kestirmiş ancak Ekrem, hepsinde kusur bularak evlenmek istememişti. Dost meclislerinde ise, ‘Huysuzun tekiyim. Aldığım maaş bir evi zor geçindirir. Egomu tatmin için evlenip el kızının başını yakıp, günahına giremem. ’ derdi. Anne ve babasıyla birlikte yaşıyordu. Saçları seyrelmiş ve dökülmüştü. İri kemikli, orta boylu, tıknazdı. Açık sözlüydü. Lafını eğip, bükmeden muhatabına doğrudan söylerdi. Prensipleri ve tikleri olan huysuz şeker birisiydi Ekrem. Gri hücum yeleğini yaz kış üzerinden çıkarmazdı. Az sigara içer, az konuşurdu. Evinde yaşlı anasından başka ütü yapacak kimsesi olmadığından kot pantolon ya da kadife giyinirdi. Yanında sakız çiğnenmesine, burun çekilmesine ve kaşınmasına çıldırırdı. Çocuklara ve bayanlara karşı nahifti. Kul hakkına girmekten korkardı. Yemek yemeyi severdi. Pastırmalı yumurta favorisiydi. İşini severek yapıyordu. Sayfa tasarımı dalında çok sayıda ödül almıştı. Klavyede çok hızlıydı. Aynı hızı okey masasında istekaya taş dizerken de geçerliydi. Okey tutkusu sonradan olmuştu. Salona gelirken tepsi kadayıf ya da tatlı halka getirirdi. Fındıklı kuşburnu ve tatlı eşliğinde okeyin tadını çıkarıyorduk.

Mert, Şahin ve Ekrem’le aynı mahallede büyümüş aynı lisede okumuştuk. Ekrem ile aynı sınıfta okumuştuk. Ekrem matematik ve fizikte sınıfın gözde öğrencisiydi. Ben ise silik ve tembeldim. Mert liseden sonra ticarete atılmıştı. Ölen babasının küçük ayakkabı mağazasını işletiyordu. İşletmesini büyütmüş yanında üç kişi çalıştırıyordu. Okeyde taş çalıyordu. Çalmak karakterinde vardı. Vergi kaçırmak kadar taş çalmak da Mert için doğaldı. Şahin ise kardeşleriyle büyük bir marketi işletiyordu. Mert ne kadar çok vergi kaçırıyorsa Şahin de o kadar çok vergisine titizdi. “Beytülmaldan çalarsan eşinden, çocuğundan bela, musibet olarak çıkar. Beytülmaldan çalanın cenaze namazı kılınmaz.” Derdi.

Mert günde iki paket içerdi. Ramazanda iftardan sahura kadar dudaklarından sigara eksik olmazdı. Ekrem ise 3 günde bir paket içer, sigarasının dumanını içine çekmezdi.

Haftanın üç günü okey oynuyorduk. Ramazan’da ise sahura kadar okey masasının başından kalkmıyorduk. Saatlerimiz 19.30’u gösterdiğinde masada yerimizi almış oluyorduk. Geç kalan ceza olarak tatlı getiriyordu. O gün saat 19.45’i göstermiş ama masada Ekrem yoktu. Mert, Ekrem’in geç kalmasına sinirlenmiş ve tatlı cezasına düştüğü için de sevinerek, “Tatlılar bugün Ekrem’den bekletmeye hakkı yok. Cezaya düştü. Bir kilo tepsi kadayıf ya da halka tatlı getirecek. Fındıklı kuşburnu ile tepsi kadayıf iyi gidiyor. Ekrem’e söyleyeyim de gelirken fakir tatlısı yerine kadayıf getirsin.’ Mert elinde telefon Ekrem’i ararken, Ekrem kapıdan içeri girdi. Elindeki poşet içerisinde bir kutu tatlı ile selam verip masaya oturdu. Yüzü asıktı. “Hayırdır inşallah nerede kaldın? Bizi bekletmekten mutlu mu oluyorsun. Evin salondan iki yüz metre aşağıda. Bizim ise uzakta olmasına rağmen senden önce geliyoruz.” dedi Şahin.

“Mert, yanmakta olan sigarasından nefes çekerek, “Üstüne gitmeyin. Tatlıyı getirdi ya yeter.” dedi. Masa üzerinde dizili taşları dağıtmak için Şahin iri zarları masanın üzerine attı.

Ekrem sağ yanımda oynuyor, oyuna konsantre olamıyordu. Mert ve Şahin üst üste bitiyordu. Oyun son çifte kalıyor. Ekrem, sigara üstüne sigara yakıyor. Eli iyi geldiğinden keyfi yerinde olan Mert, Ekrem’e takılıp, ‘Gardaş üzülme, oyun bu. Namussuz okey kime gideceğini iyi biliyor. Üzülüp de çok sigara içerek kendini harap etme.’ dedi.

Şahin, korumacı içgüdüsüyle Ekrem’e destek çıkarak, ‘Oğlum, adama takılma. Elin iyi diye havalara girme. Birazdan. Ekrem kafana okey vurursa şaşma. Ekrem’im, yiğidim sen Mert’e bakma. Bulmuş senin gibi gazoz ağacını, daha ne konuşacağını bilmiyor.’

Ekrem ise konuşmuyor sadece dinliyor ve oynamaya çalışıyordu. Bu sırada Mert, çiftten okey vurdu.

Ekrem, masa üstüne dağılan taşları toplarken, ‘Ekrem, hayırdır, sorun mu var?’ dedim.

‘Sorun var gibi’ dün ve bugün doktora gittim. Kan tahlili verip, emar çekildim. Bağırsaklarımda sorun varmış. Doktorun söylemesine göre bağırsaklarım normalden çok uzunmuş. Bu da vücudumda ağrılara neden oluyormuş.’

Mert her zamanki gibi, ‘Ula oğlum hepiniz akide şekeri olmuşsunuz. En küçük bir ağrıda hemen doktora koşuyorsunuz. Doktordan, ilaçtan, hastaneden ne kadar çok uzak durursanız o kadar sağlıklı olursunuz’ dedi.

Ekrem, doktorun tedavi sürecinde enfeksiyon kapmaması için uyardığını hatırlatarak. ‘Çocuklar, kısa bir süre beraber okey oynayamayacağız. Doktor, enfeksiyon kapmamam gerektiğini söyledi. Grip, nezle dahi olmamam gerekiyormuş.” Mert’i kaşlarıyla işaret ederek. ‘Bu namert arkamdan konuşmasın diye geldim. Tedavim bitince yine okey masasında buluşup, tatlısına, fındıklı kuşburnusuna oynarız.’

Mert, kendisinden namert olarak bahsedilmesinden alınarak, ‘Oğlum namert değil civanmertim. Bu masada benden daha merdi yoktur. Mert oğlu mertim’

Şahin,Mert’in sözünü kesip alaycı üslupla, ‘Tabi tabi bilmez miyiz senin ne mert olduğunu.’

O akşam çoğu zaman olduğu gibi oyun Ekrem’le ikimize kaldı.

Önden kasaya gidip hesabı ödedi. Mert oyunu vurmanın keyfiyle sigarasını yakıp, Ekrem ile bana hitaben, ‘Baylar geçmiş olsun. Mertler böyle namertlere oyunu çakar. Bükemediğiniz ele tükürmeyip, öpeceksiniz’ dedikten sonra akşamın sessizliğinde yüksek sesle gülmeye başladı.

Ekrem, ‘Eve gitmek yok. Canım muşmula turşusu çekiyor. Turşular benden. Erzincan Kapı’daki Hacı’nın Yeri’nde turşularımızı içeceğiz.’ Dedi. Mert, ’Vallahi iyi olur. Rahmetli annem gençliğinde yapardı. Annemin bidonlarla yaptığı muşmula turşusunu kimse yapamaz. Haydi gidelim.’ Karşılığını verdi. Şahin, karısından korktuğu için, ‘Ben gelmeyeyim. Kaynanamla, kaynatam bizdeler. Geç kalırsam ayıp olur. Siz gidin için. Hem benim muşmula turşusuyla aram iyi değil. Bira gibi içecek. İçeni mayıştırıyor’  diyerek Aramızdan ayrılmak istedi. Mert, Şahin’in kolundan yakalayarak, ‘Oğlum biraz delikanlı ol. Karından korkma. Azıcık herif ol.’ Şahin direnmenin faydasız olduğunu anlayıp, ‘Eh hadi gidelim. Birer bardak içip kalkacağız. Uzatmak yok, tamam mı?’

Güzel ilkbahar akşamında gece geç saatlere kadar açık bulunan Hacı’nın Yeri’nde Şahin bir, Ekrem, Mert ve ben ikişer bardak buz gibi muşmula turşusu içmiştik. Turşu içindeki muşmula meyvelerini büyük iştahla yemiş olan Ekrem, ‘Cennet meyvesi. Ölümsüzlük iksiri. Annemin yaptığı turşu kadar güzel ve enfes’ demişti.

Turşucudan çıkıp sarılıp, tokalaşarak ayrıldık.

Bayram’a beş gün kala Ekrem’in mobilya ustası olan ağabeyi Edip ile caddede karşılaştık. Ekrem’in sağlık sorununun nasıl olduğunu sordum. Sustu. ‘Bayram alış verişine çıkmış olanlara başını çevirip. ‘Ağabeyim bağırsak kanseri. Henüz bilmiyor. Kendisinden saklıyoruz. Doktorun dediğine göre metastaz yapmış. İllet vücuduna yayılmış.’ Sustu. Gözleri yaş doldu. Daha fazla konuşamadan, ‘Ağabeyime hakkınızı helal edin.’ Dedi.

Gayri ihtiyari, ‘Helal olsun’ dedim. ‘Genel durumu nasıl? Evde mi, hastanede mi yatıyor. Ziyaretçi kabul ediyor mu?’ daha çok şey soracaktım ki Edip, ‘Kemoterapi alıyor. Enfeksiyon nedeniyle ziyaretçi kabul etmiyor.’ Diyerek yanımdan ağlayarak hızla uzaklaştı.

İki gün sonra Kadir Gecesi’nde sosyal medyada sörf yaparken Edip, Ekrem’in vefat haberini paylaşmıştı. Ertesi gün üç arkadaş, ailesi ve sevenleri Ekrem’i gözyaşları arasında ebedi yolculuğuna uğurladık.

Halamın, ‘Şşşt… Sana soruyorum muşmula turşusu içmiyor musun?’, ‘Kusura bakma dalmışım. Doldur bir bardak dostum Ekrem’in hatırına içeyim.’

                          SON