Orhan Yıldırım


OSMANLI TOKADI

Soğuk almışım. Ateşim var, terliyorum, halsizim. Gözümden sıcacık yaş dökülüyor. Mesai bitişi eve gidip, sıcak duş alıp yatağa girmek istiyorum. Üşüme nöbeti geçirmek üzereyim. Gözüm duvardaki saatte. Haftanın son günü, mesai bitimine kırk beş dakika var.


Soğuk almışım. Ateşim var, terliyorum, halsizim. Gözümden sıcacık yaş dökülüyor. Mesai bitişi eve gidip, sıcak duş alıp yatağa girmek istiyorum. Üşüme nöbeti geçirmek üzereyim. Gözüm duvardaki saatte. Haftanın son günü, mesai bitimine kırk beş dakika var.

Masamdaki telefon çaldı. Dahili hattan nöbetçi savcı Tarık, makama çağırıyordu. Telefonun almacını yerine bıraktım. İçimden lanet okuyarak savcı beyin makamına girdim.

Masanın üstündeki birikmiş dava dosyalarının arasından bakışlarını gözlerime çeviren savcı, ‘Hazırlan. Gidiyoruz…’ dediğini işittim. Kafam balon gibi, kulaklarım iyi işitmiyor. Sırtımdan ter çıkıyor. Ayakta durmakla güçlük çekiyorum. Anlamsız bakışlarımı savcı beyin gözlerine dikmişken, ‘Şükrü, ne bakıyorsun gözlerime. Ölümlü trafik kazası var. Haydi git hazırlan. Otopsiye gideceğiz. Ölüm meleğinin kanatlarında bir gelincik cennete kanat açmış.’

Savcı Tarık’la üç yıldır çalışıyorum. Aslen güneyli. Halden, hatırdan anlayan, işine aşık idealist birisi. O kocaman gövdesinin içinde yufka yürek taşıyan naif savcı, bence şair olmalıydı. Makamındaki dolabında kanun kitaplarından çok şiir kitapları vardı. Pablu Neruda, Yahya Kemal Beyatlı, Edip Cansever, Ahmet Haşim, Tagor ve daha niceleri. Bir kanun adamının şiir gibi konuşması, şairane hitapları adliye personelini mest ediyordu. Birgün odasına soruşturma evrakı götürdüğümde Muhammed İkbal’i okuyordu. Eliyle beklememi işaret edip, ‘Bir güzel şiir nağmesi Cemşid’in saltanatından daha iyidir’ dizesini sesli okuyup, ‘Nasıl beğendin mi? Şiirin olduğu yerde kanunlar kendini öksüz hisseder.’ dedi. Sözlerindeki sıcaklık bakışlarına yansıyordu. Güneyin sıcağını adeta gözlerinde taşıyordu Savcı Bey.

Gelincik, otopsi kelimeleri makam odasının duvarlarında yankılanırken, ‘Savcım, çok hastayım. Üzerinize sağlık, soğuk almışım. Otopsiyi yarın yapsak olur mu?’ dedim.

Savcı Bey, söylediklerimi duymamış gibi, ‘Hâlâ burada mısın? Çabuk ol kardeşim.’ Dedi.

‘Savcım, hastalıktan ölüyorum. Ayakta durmakta zorlanıyorum. Bu işi yarına erteleme imkânımız yok mu?’

Savcı Bey, dosyaların arkasında oturduğu masasından kalktı. Kravatını düzeltti. Öksürüp boğazını temizleyerek, ‘Şükrü Bey, otopsi beklemez. Maktulün yakınları acı içerisinde bizi beklerken, onları bekletmemiz ahlaki ve hukuki değildir.’

‘Ama savcım’ diyerek sözünü yarıda kesip, yerime başka birisini götürmesini teklif edecekken, ‘Şükrü Bey, seni iyileştireceğim. Güzergâhtaki bir manavdan bir kilo portakal, limon alacağım. Bunları yiyince kendini toplarsın. Yarın hafta tatili. Pazartesiye kadar istirahat eder iyice dinlenirsin. Anlaştık mı? İtiraz istemiyorum. Hazırlan Şehir Hastanesi adli tıp morguna gidiyoruz.’

Yaklaşık yarım saat sonra savcı bey, hastane polisi, ölen çocuğun babası, otopsi teknisyeni ve bir doktor morgdaydık. Cesetlerin bulunduğu soğutucu dolapların birisine yaslanmış, güçlükle ayakta durmaya çalışıyordum. Savcı Bey, otopsinin gerçekleşmesi için doktora talimat verdiği sırada gözümden şimşekler çaktı. Gerisini hatırlamıyorum…

Yaklaşık yedi saat sonra gözümü açtığımda hastanenin yoğun bakım servisindeydim Oksijen maskesi bağlanmış, serum takılmıştı. Kafam bandajlanmıştı. Başucumda Savcı Bey ve doktor duruyordu.

‘Bana ne oldu. Neredeyim?’

Savcı Bey, karşımda gülümsüyordu.

Tekrar bayılmışım

İki saat sonra kendime geldim. Sarışın güzel bir hemşire serum şişesini değiştiriyordu. Karşımda yine Savcı Bey duruyordu. Gülümseyerek, ‘Geçmiş olsun Şükrü Bey. Verilmiş sadakan varmış.’ dedi

Savcı Bey’in gülümseyerek konuşmasına içerlemiştim. İnleyerek. ‘Sağ olun’ diyebildim.

‘N’oldu bana. Neden buradayım.’ diye sordum.

Biraz önce gülümseyerek konuşan Savcı Bey, ciddileşerek, ‘Küçük ama ciddi bir kaza geçirdin.’

‘Nasıl yani’

‘Şükrü Bey, detayları sonra anlatırım. Şimdi iyileşmeye bak. Küçük bir beyin travması geçirdin. Şu anda müşahededesin. MR ve diğer röntgen sonuçlarına göre iyisin. Birkaç saat daha müşahedede kaldıktan sonra taburcu edecekler. Bu arada benden sana izin. Bir hafta evde yat istirahat et.’

Bir hafta izinliydim. Beynim zonkluyordu. Kemiklerim ağrıyordu. Savcı Bey, ‘Geçmiş olsun’ temennisinde bulunduktan sonra otopsiyi tamamlamak üzere morga döndü.  Adliyeden yerime başka bir kâtip gönderilmişti.

Bana ne olmuştu? Neden bu haldeydim? Deprem oldu da enkaz altında mı kaldım. Üzerime bir şey mi düştü? Soruları aklımdan geçiyordu.

Dalmışım.

Üniformalı hastane polisinin, ‘Devrem geçmiş olsun’ sözleriyle uyandım.

Polisin yüzüne baktım, siması yabancı gelmiyordu.

‘Devrem hatırladım mı beni. Altı ay önce adliye polis noktadaydım. Maraşlı Ökkeş!

‘Hatırladım’ dedim.

‘Devrem bana ne oldu? Buraya nasıl geldim?’

Yatağımın başucundaki polis, ‘Devrem sana felek çarptı.’

Yatağımdan hafifçe doğrularak ‘Nasıl yani’ dedim.

‘Devrem, morgda öyle zavallı, üzgün, perişan görünüyormuşsun ki trafik kazasında oğlu ölen acılı baba seni katil şoför zannedip Osmanlı tokadını atmış suratına. Tokadın etkisiyle düşüp kafanı beton zemine çarpmışsın. Verilmiş sadakan varmış ki beyin kanaması geçirip ölmedin. Yoksa şu dakikalarda senin otopsini yapıyor olacaktık.’

‘Kaç gündür, kaç saattir buradayım.’

Sözlerim karşısında gülümseyen polis, ‘Devrem yaklaşık on saattir buradasın. Kefeni yırttın. Biraz kendini topla.’ Başıyla servisin kapalı kapısını göstererek, ‘Annen, baban bir de yenge hanım saatlerdir dışarıda senden iyi haber bekliyorlar. Gidip müjdeyi vereyim.’ Deyip servisten çıktı. Ertesi gün taburcu oldum.

Yedi gün raporlu evde istirahat ettim. Soğuk algınlığım geçmişti. İş başı yaptım. Mesai arkadaşlarım, Başsavcı, geçmiş olsun temennilerini iletti. Masamdaki birikmiş evrakları düzenlerken kapı çalındı. İçeriye giren adamla göz göze geldik. Gözümde yıldırımlar çaktı, beynimden vurulmuşa döndüm, tam bağıracakken, adamın arkasından Savcı Bey içeri girdi. Adam buket çiçek ve paketlenmiş kravatı uzatıp özür dileyerek, ‘Kardeş senden özür diliyorum. N’olur bağışla. Seni öyle üzgün, yorgun bitap görünce oğlumun, yavrumun katili zannedip tokadı yapıştırdım. Zabıt kâtibi olduğunu sonradan öğrendim. Bu yüreği acılı babaya hakkını helal et lütfen.’

Bu sırada Savcı Bey, o sıcacık babacan tavrıyla gözlerime bakarak, acılı babayı bağışlamam için ricada bulunuyordu. Acılı babaya, ‘Helal olsun. Senin oğlun benim de kardeşimdir. Mekânı cennet olsun. Okkalı Osmanlı tokadın sayesinde yedi gün izin kullandım. Bir daha kimseye Osmanlı tokadı atma olur mu? Bak ben az daha ölüyordum.’ Deyip bir birimize sarılıp yeniden helalleştik.

,                                                SON