1996 yılında Ilıca’daki Yavuz Selim Anadolu Öğretmen Lisesini kazandım ve lise eğitimi almak üzere Ilıca’nın yolunu tuttum. Yatılı okuyacaktım, dolayısıyla beni zor günlerin beklediğini biliyordum. Psikolojik olarak kendimi buna hazırlamıştım. Babam da o yıllarda Tortum Lisesinin müdürlüğünü yapıyordu ve okulun pansiyonu olduğu için şartlardan az çok haberdardım.
Okula gittiğimde şartların tahminimden daha kötü olduğunu gördüm. Meğer Torum Lisesinin şartları bizden daha iyiymiş.
İlk senemizde Yenişehir’de bizim okul için yapıldığı söylenen yeni bina vardı. Okulumuz bir sene sonra oraya taşınacaktı, o yüzden tadilat anlamında okula bir şey yapılmıyordu. Biz de dişimizi sıkıyorduk.
İkinci senemize aynı binada başlayınca şok olduk. Ilıcalılar siyasi güçlerini kullanarak bizim okulun taşınmasına engel olmuşlar, bu yüzden bize yapıldığını zannettiğimiz binada yeni bir öğretmen lisesi açılmış (Nevzat Karabağ AÖL), bizim okula son kez öğrenci alımı yapılmış olduğunu; o tarihten sonra öğretmen lisesi öğrencilerini yeni okula alacaklarını, bizim okulun da 97 girişlileri mezun edip kapanacağını öğrendik. Üstelik, müdürümüz ve müdür yardımcımız başta olmak üzere birçok öğretmenimiz de yeni okula geçiş yapmıştı. Bizim okulda derse girecek öğretmenlerin normalde Anadolu Lisesi kadrosuna (Devlet okulunda görev yapan öğretmenler özel bir sınava girerek bu hakkı kazanırlardı.) sahip olması gerektiği halde okulumuzda böyle bir şarta artık bakılmadan çevredeki öğretmenleri görevlendirilmeye başlanmıştı.
Okul müdürümüz Nevzat Karabağ AÖL’ye gidince yerine müdür baş yardımcısı vekâleten görevlendirildi. Hacı olmasından ötürü kendisinden ümitliydik ama iki sene boyunca bize her türlü zorluğu yaşattı sağ olsun. En sonunda da duyduğumuza göre on dört ayrı davadan ötürü görevden alındı. Onun döneminde ranza demirlerini sökerek pencereleri kapattığımızı çok iyi hatırlarım. Kışın en soğuk günlerinde soğuk su ile banyo yaptığımız da çok oldu. Yemeklerimiz de pek iyi değildi. Allah’tan aşçımız iyiydi de kötü malzemeden iyi işler çıkarmaya çalışıyordu. Kuru fasulye, barbunya, nohut, türlü, sabit yemeklerimizdi. Perşembe günleri bir hafta tavuk, bir hafta tas kebabı çıkardı, bol patatesli tarafından. Yemeklerimizde kullanılan yağları bu yaşıma kadar piyasada göremedim.
Bir küp yağlı peynir, 5’e veya 6’ya bölünür, her parça 8 kişiye verilirdi. Yanında da kimsenin evine almayacağı zeytinden konurdu.
Lise ikideyken okul müdürümüz Sümerbank’tan bize bir mont beğenmişti, devletimiz bize 1999- 2000 yılı için 10 milyon liralık elbise çeki verecekti. Biz de çekimizle Sümerbank’a gidip müdürümüzün bizim için belirlediği o montu alacaktık. Şimdi Kafkas Üniversitesinde doçent olan bir arkadaşımız bayrak töreninde Müdür Bey’e Sümerbank’a gidip o monta müşteri olduklarını, montun değerinin 5 milyon 8 yüz küsur lira olduğunu söylediğinde iyi bir dayak yemişti.
Son sınıfta o müdürümüz görevden alınmış, yerine de edebiyat öğretmenimiz ve müdür yardımcımız olan geçen yıl kaybettiğimiz Ferit Tepe görevlendirilmişti. Müdür yardımcısı da din kültürü ve ahlak bilgisi dersi hocamız olan, yurtta da belletmen öğretmen olarak kalan Hasan Biberoğlu olmuştu. Bizim yemekler ve okulun şartları anında değişmeye başlamıştı.
O sene hepimize takım elbise, ayakkabı ve gömlek alınmıştı. Yemekler ve kahvaltılar düzelmiş, karnımız doymaya başlamıştı. Aynı hafta içinde hem tavuk hem tas kebabı çıkar olmuştu.
Başımdan geçen bu olayı neden anlattım, ona gelelim. Siyasette son zamanlarda “bizden önce, bizden sonra” şeklinde sözleri çok duyar olduk. Öncesini ben anlattım. Gelelim günümüze:
Öğrencilerimle yaptığımız sohbetlerde öğrencilerim yurtlarında çıkan yemeklerden aşırı şikâyet edince konuyu araştırma ihtiyacı duydum. Çünkü inanmadım, inanmak istemedim. Araştırınca sorunun ülke genelinde aynı olduğunu öğrendim. Ayrıca öğrencilerim, elbise yardımının da yapılmadığını iddia ediyorlar. Sebebinin krizden kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak edip araştırınca ilginç bir sonuca ulaştım. Bunu da bir anıyla anlatmak istiyorum:
Tekirdağ ilimizin Saray ilçesinde 3. Zırhlı Tugayı’nda yemek konusu gündeme gelince ünlü bir general yerden kar alarak bir kartopu yapıyor. Manga komutanına vererek 1’den 10’a kadar saymasını ve askerlere vermesini, her askerin aynı işi yaparak yanındakine vermesini, en sondaki askerin kartopunu kendisine geri getirmesini söylüyor. Toplam on asker olmasına rağmen kartopu çok küçülmüş olarak generale dönüyor. Bunun üzerine general askerlere şöyle söylüyor:
Arkadaşlar, biz size baştaki kartopunu gönderiyoruz ama size gelinceye kadar eriyor. İnsanlar eritmese size çok daha fazla düşecek.
Olayın bu şekilde olup olmadığını bilmiyorum ama tecrübelerim beni şüphelere götürüyor. Pansiyonların ihalelerini her okul idaresi kendisi yapıyor. Bunların usulüne uygun yapılıp yapılmadığını, devlete bildirilen menülerle öğrenciye verilen yemeklerin aynı olup olmadığını, ihalede anlaşılan markalarla okullara gönderilen markaların aynı olup olmadığını merak ediyorum. İl Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Yakup Yıldız Beyefendi’den yemekleri denetlemelerini ve ailelerimizin devletimize emaneti olan yavrularımızın karınlarının doyup doymadığını, gerekli kalorileri alıp almadıklarını, yurtların şartlarını denetletmesini istiyorum. Aksi halde ben kardeşlerimin haklarını savunmak için sahaya çıkacağım, bilgilerine sunarım.