Rivayet odur ki Alvarlı Efe hac farizasını yerine getirebilmek için yola çıkar ve Suriye üzerinden Arabistan’a ulaşacaktır. Suriye’de konakladığı bir günde bir Ermeni ile aralarında sohbet geçer. Ermeni, oraya tehcirle gitmiştir ve Erzurum hayaliyle yanıp kavrulmaktadır. İçinde birikmiş bir kin ve o kinle yanıp kavrulan bir yüreği, yüreğinde de sakladığı ve arzuyla beklediği “Erzurum vuslatı” vardır. Bunu saklamaz ve Efe’ye çok geçmeden geri geleceklerini ve Erzurum’u alacaklarını söyler. Efe bu sözlerin üzerine büyük bir endişeye kapılır. Zira Efe, işgal yıllarında Ermenilerin yaptıkları rezillikler ayyuka çıkınca Yavi tarafından topladığı gönüllüler ve talebeleriyle birlikte Rus’la ve özellikle Ermeni’yle fiili olarak savaşmıştır. Büyük başarılar elde etmiş, Haydari tarafından Ermeni’yi atmış, bu çatışmalarda babasını da şehit vermiştir. Onların geçmişte neler yaptıklarını, ne zulümler ettiklerini en iyi bilenlerdendir. Yüreğini büyük bir sıkıntı kaplar, çaresizdir. Bir yanda hac farizası, diğer yanda Erzurum sevdası vardır. O sıkıntıyla oturup o meşhur şiiri yazar, sevdası olan Erzurum’u Allah’a- yerin ve göğün tak sahibine- emanet eder ve hac farizasını yerine getirerek Erzurum’a döner. Şiiri ufak bir hatırlatmak istiyorum:
Erzurum kilidi mülki mülk-i İslam’ın
Mevla’ya emanet olsun Erzurum
Erzurum derbendi ehl-i imanın
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum.
(…)
Seherlerde müeziinler nidâsı
Halkalarda muvahhidlersedâsı
Ne güzeldir zikr-Ullah'ınedâsı
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Efe için Erzurum ve Erzurum’un dini kimliği önemliydi. Efe, Erzurum’a zarar gelirse yansımasının neredeyse tüm Anadolu’yu kapsayacağını biliyordu. Zira Efe, 93 Harbi’ni de Rus İşgali’ni de görmüş; Rus’un amaçlarını ve Erzurum’a halel gelmesi durumunda işin sonunun nerelere gideceğini yaşayarak idrak etmişti. Onun için Erzurum önemliydi ve Erzurum’un manevi kimliği önemliydi. Şiirinde de dağı taşı değil; dadaşı ve dadaşın manevi kimliğini, bu kimliğin şehir kimliğine yansımalarını anlatmıştı.
Büyüklerimizin bize bıraktıkları bir dadaşlık namı, bir de o namın bileşenleri vardı. Maneviyat bir tarafı, ahlaki değerler bir tarafıydı. Aradan zaman geçti ve globalleşen dünyada üzerimize yağdırılan emperyal ideolojilerle ve onlara ulaşmalarını sağlamak için kurulan tezgahlarlabizim gibi avlar tuzağa çekildi ve değerlerinden uzaklaştırılarak nefsin kölesi yapıldı. Artık fiili bir işgale gerek kalmadı çünkü artık istediklerini rahatça yaptırabildikleri bir ne idiği belirsiz toplum oluşturuldu. Onların karşısında durup PaygamberEfendimiz’in “Düşmanınıza silahıyla mukabele edin.” nasihatinin gereklerini yerine getirmesi gereken din adamlarımız, vazifelerini unuttu; imamın aynı zamanda lider olduğunu görmezden geldiler. Oysa tarihimiz Efe gibi imam liderlerle doluydu, hatırlamak istemediler. Allah’ın emirlerini, Resul’ün tavsiyelerini toplumda yaymaya çalışmak yerinesefahata alıştı, gücü eline alınca adalet ve hakikat için mücadele etmek yerine nefislerinin kölesi oldular. Gücü yanlış anladı, rahata alıştı, değerleri için mücadele etmeyi bıraktılar. Yanlışa “Yanlış!” deme erdemini gösteremeyen, maneviyatın gereklerini şekilde görüp kendini avutan din adamlarımız kendileri gibi olan halkla güzel bir ortam kurup kendi kendilerine Müslümancılık oynar oldular. Toplumdaki eksikler için mücedele etmeyi bıraktılar.
Efendiler, farkında mısınız bilmem ama Erzurum eriyor, Erzurum kimliğini kaybediyor. İstiklal Marşımızın İslamî mesajlarını sadece işlerine geldiklerinde göz boyamak için yer yer vaazlarında yer yer de hutbelerinde kullanan din adamlarımız inandırıcılıklarını kaybediyorlar. Geçen yıl rivayete göre Hristiyan din adamlarının vaazlarında “Çocuklarınıza söyleyin haç taksınlar. Müslümanlar bize o kadar benzediler ki kendimizden olanları ayırt edelim.”demişler.
Efendiler, bir beldenin kimliğini belli eden unsurlar vardır: kılık kıyafet, selamlaşma, konuşma üslubu, ibadethaneler, mezarlıklar, ölü gömme gelenekleri, komşuluk ilişkileri…
Camilerimizde artık ortak ezan dinliyoruz, hocalarımızın sesini bile unuttuk. Hocalarımız hayatımızdan çıkarılıyorlar. Hocanın sesini camiye giden duyar oldu. Cenazelerimizi sosyal medya paylaşımlarından öğreniyoruz. Oysa bizim geleneklerimiz vardı. Salalar verilir, anonslar edilirdi. Pandemi döneminde ölü sayılarını gizlemek için salaları susturdular. Pandemi geçti, salalar geri gelmedi. Geçen ay Ankara ve Aksaray’da sabah saatlerinde salaları ve akabindeki anonsu birkaç kere duydum. Kendi kendime düşündüm: Erzurum’da yılda kaç kere sala okunuyor? 52 hafta cuma namazı için, 5 kere kutsal geceler için, 1 gün de 15 Temmuz için. Başka?
Efendiler, ben ezanlarımızı, salalarımızı ve anonslarımızı geri istiyorum. Erzurum’un kimliği bellidir, şehrimizi işgal edilmiş şehir hüviyetine sokmayın. Şayet bunun adı işgalse, pilavımızda durup dişimizi kıran beyaz taşlar varsa ayıklamasını biliriz.