Tarih boyunca savaşların kazananı hep aynı oldu: Sessizlik. Çünkü silahlar sustuğunda geriye yalnızca yıkım kalmaz, aynı zamanda seyredenlerin suskunluğu da büyür. Bu sessizlik, savaşın yaşandığı coğrafyanın çok ötesinde, dünyanın geri kalanının vicdanına kazınır. İşte bu yüzden, savaşın en tehlikeli ortağı her zaman seyreden dünyanın sessizliğidir.
“Bizden Uzaksa, Bize Yakın Değil”
Bugün Ukrayna’da şehirler bombalanırken, milyonlarca insan yerinden edilirken, dünyanın farklı köşelerinde hayat olağan akışında devam ediyor. Bir tarafta siren sesleri, diğer tarafta sabah kahvelerinin buharı. Aynı tabloyu yıllardır Filistin’de de görüyoruz. Gazze’de enkaz altındaki çocukların görüntüleri sosyal medyada birkaç saniyelik bir “story”ye sığdırılırken, dünyanın diğer yarısında insanlar bir sonraki tatil rotasını planlıyor. Afrika’nın Sahel bölgesinde yıllardır süren çatışmalar ise neredeyse hiç haber değeri taşımıyor; çünkü oradaki savaş “küresel kameraların radarına girmiyor.”
Bütün bunlar bize şunu gösteriyor: Seyirci olmak, artık savaşın kendisini mümkün kılan bir faktör haline geldi. Çünkü kimsenin ses çıkarmadığı yerde, silahların sesi daha da yükseliyor.
“Seyirci Etkisi”nin Küresel Boyutu
Psikolojide “bystander effect” yani “seyirci etkisi” kavramı vardır. Bir olayın çok fazla kişi tarafından görülmesi, bireylerin tek tek sorumluluk almamasına yol açar. “Nasıl olsa biri müdahale eder” düşüncesi, aslında kimsenin harekete geçmemesiyle sonuçlanır. Bugün Ukrayna’daki, Filistin’deki ya da Sudan’daki çatışmaları milyonlarca insan izliyor, ama bu izleyicilik sorumluluğu dağıtıyor. Sonuçta hepimiz birbirimizin vicdanına havale ediyoruz.
Medyanın Rolü 'Görmek Ama Anlamamak'
Medya, savaşları göstermeye devam ediyor; ama çoğu zaman anlamlandırmıyor. Ukrayna’dan yıkılmış apartman görüntüleri, Gazze’den bombardıman altındaki hastane kareleri ya da Sudan’daki açlık manzaraları artık sıradan bir haber akışı gibi tüketiliyor. Görüntülerin sıklığı arttıkça, duyarlılık azalıyor. Eskiden tek bir kare insanlığı ayağa kaldırmaya yeterken, bugün yüzlerce benzer kareye birkaç saniyeden fazla bakamıyoruz. Bu da savaşın yalnızca bedenleri değil, aynı zamanda seyredenlerin ruhlarını da felç ettiğini kanıtlıyor.
'Sessizlik de Bir Tercih'
Susmak, kayıtsız kalmak, görmezden gelmek. Bunlar pasif eylemler gibi görünse de aslında aktif bir onay biçimidir. 20. yüzyılın en büyük trajedilerinden biri olan Nazi Almanyası’nda milyonlarca insan, sessizliğin gölgesinde yok edildi. Bugün aynı sessizlik Ukrayna’da, Filistin’de ve Afrika’nın birçok bölgesinde yeniden karşımıza çıkıyor. Tarih bize gösteriyor ki en büyük suçlar çoğu zaman sessizlikle mümkün hale gelir.
'Vicdanı Diriltmek'
Savaşların devamlılığını besleyen en güçlü yakıt, sessizliğimizdir. Eğer gerçekten barışı talep etmek istiyorsak, önce kendi suskunluğumuzla yüzleşmeliyiz. Vicdanı diriltmek küçük adımlarla başlar: bir habere kayıtsız kalmamak, savaşın görünmez mağdurlarına dikkat çekmek, dayanışma ağlarına katkıda bulunmak. Çünkü savaş sadece cephede değil, sessiz kalan her evde de kazanılır.
Seyreden dünyanın vicdanı artık uyanmak zorunda. Her sessizlik bir bombanın ömrünü uzatıyor. Eğer insanlık barışı gerçekten istiyorsa, savaşın sessiz ortağı olmaktan çıkıp, barışın gür sesi olmayı öğrenmeli.
