Gecenin simsiyah karanlığı tüm şehri bürümüş, sokağa vuran ay ışığı iyice
fersiz bir halde sabahı beklemeye koyulmuştu. Saatler ilerlerken mütevazı görünümlü
bir evin küçük odasında eski bir tahta iskemlenin üzerinde “Allah’ım ne yazabilirim,
mutlaka yazmam lazım, ne olur bana güç kuvvet ver.” diyen bir delikanlı bir o tarafa
bir bu tarafa doğru gidip geliyordu.
Adana’nın ocak ayında denizden dalga dalga şehre yayılan nemiyle birleşen
kış soğuğu Ceyhan üzerinden Seyhan’a doğru gezerken Toroslar’dan şehrin
güneyine doğru kopan fırtına ortalığı buz kesmişti. Henüz otuzlu yaşlarında olan genç
adamı o gece uyku tutmamış, ertesi gün için bir şeyler yazmanın kendisine vatan
borcu olduğunu kabul ettirmişti. Birden elindeki kalemi kitaplarının olduğu masasının
üzerine bırakarak evin diğer odasına doğru koştu.
Odanın karşı duvarındaki dolabın en üst gözünü açtı ve “ohh, çok şükür
buradaymış.” diyerek kırmızı al yıldızlı bayrağı aldı, tekrar yazmak için kaleminin ve
kitaplarının olduğu odaya doğru yöneldi.
Siyah saçlarına hafifçe aklar düşmüştü. Başına iki rekât şükür namazı kılmak
için geçirdiği bembeyaz takkesi ile Yaradan’ın huzuruna yöneldi. Namazını bitirdikten
sonra, alnını tekrar secdeye koydu:
“Ya Rabbi, bana kuvvet ver. Beni ve bu fakir kalemimi mahcup eyleme. Bu
kaleme öyle bir şey yazdır ki, yazılanlar karşısında tarih yazan kahraman
şehitlerimize mahcup olmasın.” diye dua etti. Sonra başındaki namaz takkesini
çıkardı ve yazmak için kalemine baktı. Odanın içinde yanan gaz ocağındaki parıltı
karşı duvara yansıyor ve bu ana şahitlik ediyordu. Al yıldızlı bayrağı alıp öptü ve
kokladı. Onu vücuduna öyle bir sardı ki, bayrak ile bir bütün oldu. Kalemiyle rengi
oldukça sararmış saman kâğıdına yaklaştı:
“Ya Allah, Bismillah.” diye nefes alıp verdi.
Kalem, kelamın asıl sahibinin izni olmadan harekete nasıl geçebilir?
Su, hangi kaynaktan “ol” demeden dışarı çıkıp akabilir?
Rüzgâr, “hu” demeden nasıl esebilir?
Evet, Bayrak şairi Arif Nihat Asya da bunun farkındaydı. O yüzden saatlerdir
Yaradan’a yalvarıyordu. Kelam sahibinden kalemine güç vermesini diliyordu. Nitekim
bu dualar kabul edildi. Ve ardından mısralar art arda geldi:
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Mısralar art arda geldikçe evde yanan gaz ocağı alevleniyor, Bayrak Şairi
bayrağa iyice sarılıyordu. Adanadaki keskin gece soğuğu bu kahramanlık ateşinin
coşkusuyla yerini en sıcak destanlara bırakıyordu.
Bir destan yazılmıştı o gece. Bu yalnızca biriydi, şanlı tarihimizden bir destan…
Tıpkı Malazgirt, Sakarya, Çanakkale gibi daha nice destanlardan biri…
Ve bayrağımız; şerefimiz, gururumuz, vatanımız, onurumuz…
Bayrak şairimize, kahraman şehitlerimize en derin sevgi ve muhabbetlerimizle…
Ruhunuz şad olsun… Mekânınız cennet olsun…
