Sevgi GÖL


Toplum ve Birey Arasındaki Görünmez Bağlar

"Tanıdık Yüzler"in Bilinmeyen Hikayeleri


"Tanıdık Yüzler"in Bilinmeyen Hikayeleri

Her gün karşılaştığımız ama hiç tanımadığımız insanlar vardır. Sabah aynı durakta otobüs beklediğimiz kadın, market kasasında göz göze geldiğimiz genç, sokakta yürürken yanından geçip gittiğimiz yaşlı bir adam. 
Onlarla konuşmayız, isimlerini bilmeyiz, hayatlarına dair hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak zamanla onların varlığı, günlük yaşantımızın bir parçası hâline gelir. Onları her gün görmek, farkında olmadan içsel bir bağ kurmamıza neden olur. Bu bağ ne fiziksel ne de sözeldir; adı olmayan ama hissedilen bir bağdır. Sosyolojik bağlamda bu duruma “görünmez toplumsal ilişkiler” ya da gündelik hayat etkileşimleri denebilir.
Georg Simmel’in “sosyal mesafe” kavramı bu konuyu anlamak için temel bir referanstır. Simmel, bireylerin birbirine ne kadar yakın ya da uzak hissettiklerinin sadece fiziksel değil, sembolik ve kültürel faktörlerle de belirlendiğini savunur. Tanımadığımız halde her gün karşılaştığımız kişilerle aramızda oluşan bu ilişki, ne tam bir uzaklık ne de tam bir yakınlıktır. Sosyal mesafenin muğlaklaştığı bu durumda, birey ve toplum arasında aracı bir ilişki formu ortaya çıkar: tanıdık ama yabancı.
Benzer biçimde Erving Goffman, “gündelik hayatın sunumu” adlı çalışmasında bireylerin toplumsal hayatta sürekli bir performans içinde olduklarını belirtir. Bu performans, her bireyin etrafındakilere sunduğu bir “benlik sunumu”dur. Otobüste karşılaştığımız kişilerin beden dili, yüz ifadeleri ve davranışları, bize onlar hakkında çeşitli varsayımlar kurma fırsatı verir. Bu varsayımlar, çoğu zaman gerçek dışı olsa da, zihnimizde onlara bir karakter biçmemize neden olur. O kişilerin hayatlarını hayal eder, belki de kendi yaşantımızla bağdaştırırız. Bu anlamda, görünmeyen bağ aslında hem hayal gücümüzün hem de sosyal hafızamızın bir ürünüdür.
Toplumsal psikolojide buna benzer bir ilişki “parasosyal ilişki” terimiyle açıklanır. Parasosyal ilişki, bireylerin medya figürleriyle kurduğu tek taraflı ilişkileri tanımlar. Ancak bu kavramı, gündelik yaşamın anonim figürlerine de uygulamak mümkündür. Çünkü bu insanlar da bizim için birer “gözlem objesi” hâline gelir. Onlarla hiç konuşmasak da onları tanıyormuş gibi hissederiz. Bu hissin arkasında hem sosyal bir ihtiyaç hem de bilişsel bir alışkanlık var.
Yalnızlık üzerine yazan sosyolog Zygmunt Bauman, modern bireyin giderek daha fazla yalnızlaştığını ve bu yalnızlıkla baş etmek için gündelik hayatta geçici ilişkiler geliştirdiğini öne sürer. Bu geçici ilişkilerden biri de “tanıdık yüzler” ile kurulan sessiz bağlardır. Bauman’a göre modern yaşam, insan ilişkilerini daha yüzeysel ama aynı zamanda daha yaygın hâle getirir. Bu yüzeysellik, bireylerin derin bağlardan çok “tanıdıklık” düzeyinde ilişkilerle tatmin olmaya çalışmasına neden olur. Tanımadığımız insanlarla bile süreklilik arz eden bir temas, içsel bir güvenlik duygusu sağlar.
Bu olguyu bireysel düzeyde düşündüğümüzde, görmezden geldiğimiz veya önemsemediğimiz bu bağların bir boşluk anında nasıl fark edildiğine dair örnekler çoğaltılabilir. Örnek olarak, her gün aynı parkta yürüyüş yapan yaşlı birini bir gün görememek, içimizde bir merak ve belirsizlik yaratır. Bu duygusal tepki, görünmez bağın görünür hâle geldiği noktadır. Psikolojik olarak bu durum, tanıdıklık etkisiyle açıklanabilir. Tanıdıklık, insan beyninin bilinmezlikten duyduğu rahatsızlığı azaltır. Bir kişiyi sık sık görmek, o kişinin bizim için daha “güvenilir” ve “tanıdık” algılanmasına neden olur. Bu da bizim ona karşı olumlu bir içsel bağ kurmamızı sağlar.
Örnek olarak Fransız filozof Emmanuel Levinas’ın “öteki” kavramı da burada değerlidir. Levinas’a göre, ötekinin yüzüyle karşılaşmak, insanın etik sorumluluğunu harekete geçirir. Tanımadığımız birinin varlığı, bizi doğrudan onun hayatına karşı bir duyarlılığa yönlendirir. Bu yönelim, bilinçli olmasa bile içsel bir farkındalık yaratır. Her gün karşılaştığımız tanıdık yüzlerin varlığı, bizde bir sorumluluk ve varoluşsal farkındalık oluşturur. Bu, birey olmanın toplumsal yönüdür.
Toplum ve birey arasındaki ilişkiler sadece aile, arkadaş ya da iş çevresiyle sınırlı değildir. Gündelik hayatta karşılaştığımız, tanımadığımız ama düzenli olarak gördüğümüz kişilerle de sembolik ve görünmez bağlar kurarız. Bu bağlar, bireyin toplumsal aidiyet hissini pekiştirir, yalnızlıkla baş etmesine yardımcı olur ve modern yaşamın karmaşası içinde bir tür istikrar sağlar. Sosyolojiden psikolojiye, felsefeden şehir yaşamına uzanan bu ilişki biçimi, aslında insan olmanın en temel yönlerinden birine işaret eder: bağ kurma ihtiyacı.