Abdurrahman ZEYNAL


KORONA, ERZURUM VE ÖLÜM



Dünya... Yaşadığımız, nefes aldığımız ve öldüğümüzde defnedildiğimiz mekan. Nihayet insan bu çıplak tabiatta dünyaya teşrif etti. Yıllar geçti. Kabil Habil´i öldürdü... Tufan oldu insanlar suya gark oldu... Ad, Semud, Lut kavmi yanlışları yüzünden helak oldu. Savaşlar oldu.. Roma ezdi geçti... Bizans geri kalmadı.... Haçlılar yaktılar, yıktılar öldürdüler... En büyük ölümler birinci ve ikinci dünya savaşında oldu. Kolera, verem, tifo, tifüs, firengi, bel soğukluğu, grip ve diğerleri milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Korona 19 bu gerçeğin günümüzdeki adı oldu. Belki insanlık tarihinde benzeri görülmedi. Hızla yayıldı. Dünya insanlığını esir aldı. Yenilmez ordular, işaretleriyle insanlığı korkutan liderler görünmez oldular. Hastaneler yetmez, mezarlıklar toplu ölümlere sahne oldu. Tüm alışkanlıklar değişti. Ana, baba evladını görmeden insanlık evlerine hapsoldu. Ne zaman öleceğim demeye başladı.....! Ana evladından, evlat anasından kaçtı..... Ruhlar değişmiş, sinirler gerilmişti. İnsanın komşusu ölüyor cenazesine iştirak edemiyor, taziyesini yapamıyor.....! Geçenlerde komşumuz vefat etti. Cenaze namazına katılmam gerekiyordu. Korka korka maskemi taktım. Eldivenlerimi giydim. Komşularla cenazenin yıkandığı Asri Mezarlığa gittik.... Cenaze arabaları... Cenaze yakınları... Birbirinden bir, iki metre aralıkla sıralanmış insanlar.... Merakla sırların gelmesini bekliyorlar. Yahya Kemalin "Sessiz Gemi" şiirini hatırlarken Koca Yunusun dizeleri aklıma geldi. "Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip Bencileyin". Komşumuzun cenazesi musallaya konuldu. Sosyal izalasyon tamam. Baba oğuldan, kardeş kardeşten uzakta......! Namaz kılındı.... Mesafeler korunarak mezarlığa gidildi. Abdurrahman Gazi Mezarlığından Erzurum ovası bütün güzelliğiyle insanın gözüne hitap ediyor, uzaktaki Kop, Gavur, Kargapazar ve Palandöken dağlarındaki karlar erimemiş, Erzurum ovasının yeşilliğine nazire yapıyor.... 11 Mart!ta evde kal çağrısına uymuş dışarı çıkmamıştım. Karçiçekleri, çiğdem, kobuk yani baharın müjdecilerini görememiş, dört duvar arasında korena´nın bitmesini beklemiştim. Her karış toprağını gezdiğim şehrim iki ayada bana yabancılaşmıştı. Hasret kalmıştım... İşte kale, Aziziye Tabyaları, Hava alanı, Çifte Minareli Medrese.... Neyse cenaze mezara konulurken hocamızın okuduğu Kuran´la ruhlarımız sükunete ermiş, aslında mezara konulan komşum değil bir anda kendim olduğunu düşünmüştüm..... Evet ölen bende olabilirdim. O kısa sürede 65 yıllık hayatım gözlerimin önünden akıp giderken ömrüm gözümün önünden geçti. Günahlarım, sevaplarım, yalanlarım dolanlarım... Eyvah ki ne eyvah.... Erzurum´da ölüm elbette farklıydı. Ölen insanın yakın ve uzak akrabaları, komşuları, mahallelisi, seveni, hatta sevmeyeni bile cenazeyi duyunca koşardı. Narmanlı camisinde , Gürcükapı camisinde ve diğerlerinde insanlar toplanır, cenaze namazını kılar, hellalık istenir, dualar eşiğinde mezarlığa görülüp defnedilir, sonra evin önüne gelinerek hocanın okuduğu duadan sonra taziye verilirdi. Halbuki bugün mezarının yanında dua yapılmadan mesafe korunarak taziye verilmiş, herkes oradan dağılmış evde kabul edilen taziyelerde yok edilmişti. Aslında ilginç olan biz mezarlıktan ayrılırken yeni cenaze gelmiş, en fazla on veya onbeş kişi defini gerçekleştirmişti. Böylece koronadan önce ve koronadan sonra ölüm, defin ve taziye işleri değişmiş, beş ay önce onlarca insanın iştirak ettiği cenaze merasimine katılanlar bir elin parmakları kadara düşmüştü...