Abdurrahman ZEYNAL


60 YILIM BÖYLE GEÇTİ

60 YILIM BÖYLE GEÇTİ


Tarihle, geçmişle kavgalıyız. Hâlbuki geçmişi derin olmayanın dünü zayıf, bugünü perişan ve yarını olmayacaktır.
Çocuktuk köyde hayvanları otlatma, baharın kuzuları sevme, Temmuzda ekin biçme ve Ekimde okul.
1960 yıllarının ortaları. Köyde 21 köy odası var. Yaşlı dedeler köy odalarının başköşesinde otururdu.
Askerlik anıları, Kerem ile Aslı, Âşık Garip ile Şahsenem ve diğer halk hikâyeleri dinler, bazen hatıralarını anlatırlardı.
Köy odasında Karadavut, Siyer, Hz. Ali Cenknameleri, Ömer Nesefi'nin Akaid kitapları okunurdu. Kitaplar çok ama çok eskiydiler.
Köyümüz 200 haneye yakın büyük bir köydü. Evlerde kitap adına bir şey yoktu. Bazı evlerde Mevlit, elifba suparaları var. Başka. Başka yok.
Derken ilkokul bitmiş Kandillide Ortaokula başlamıştık. Artık ders kitaplarımız vardı. Tarih sevdiğim için okumaya çalışıyordum. Öğretmenim Mevlana'nın Mesnevisini verip okumamı istedi. Yaş 13. Okudum ama anlamadım.
Derken Lise yılları başladı. Emin Oktay'ın Tarih kitabını okuyor, Enver Ziya Karalı tanımaya çalışıyorduk. Hammer’in “Büyük Osmanlı Tarihini”, Ahmet Cevdet Paşanın “Tarihi Cevdet’i, Lamartin’in yedi ciltlik “Osmanlı Tarihi’ni, Yılmaz Öztuna’nın “Türkiye Tarihi’ni okuyorduk 70’lerde…
Artık ideolojilerin içindeydik. Sağda olanlar İnönü'yü, solda olanlar II. Abdülhamit’i sevmiyordu. Veya öyle görünüyorlardı. Gerçekte kulaktan dolma bilgiler dışında bir şey bilmiyorlardı.
Sevmenin ötesinde ağza alınmayacak sözler sarf ediliyor, böylece kim çok söverse o; o kadar taraftar topluyordu. Tıpkı şimdilerde olduğu gibi. Cehalet insanları esir almış, şeytan köşesinden kıkır kıkır olanlara gülüyordu….
Birileri yalan söyleyen tarih utansın derken diğerleri “kızıl sultan” demeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.. 
Nazım Hikmet Vatan Haini, Arif Nihat Asya "Bayrak" şairiydi sağcılara göre. 
Solculara göre Nazım "Milli şair", Necip Fazıl Kısakürek "gericiydi".
Mahalleler bölünmüş, idealler zıtlaşmış, felaketler dolaşıyordu. İfritler gençliği kendi emelleri doğrultusunda yönlendiriyor, tarihe küfrettiriyorlardı.
Gençtik, elimizden tutup doğruyu söyleyen sayısı azdı. Zaten onları kimse dinlemiyordu. Onlar aklı kulanın, çalışın, okuyun ülkeye faydalı olun demekteydiler.
Kimsenin dinlemeye niyeti yoktu. Bildikleri bir şey vardı: Cumhuriyete ve kahramanlara çamur atmaktı. Yükselmenin yolu çamur atmaktan geçiyordu…. 
Hâlbuki Alpaslan'ı, Fatihi, Abdülhamit'i, Atatürk’ü bu millet çıkarmıştı. Hepsi Türk Milletinin evladıydı.
Ama karanlık güçler işi öyle tezgâhlamıştı ki işler kurulmuş saat gibi çalışıyordu. 21. yüzyıla geldiğimizde durum buydu. Birileri basın, yayın yoluyla, televizyonlar aracılığıyla tarihimize küfrederken birileri küfredenleri ödüllendiriyorlardı.
İçine düştüğümüz çıkmaz buydu. Son iki yüzyıllık Türk tarihi okunmadan, didik didik edip “Sened-i İttifakı, Vaka-i Hayriye’yi, Tanzimat ve Islahat Fermanlarını” anlamadan, anlatmadan işler doğru rotaya oturmayacaktı.
Yalan söyleyen tarih utansın dediler, Lozan 100 yıl sonra bitecek diyenlerden “Doğru tarih’i yazmalarını bekledik.. Bir de ne görelim kendi yanlışlarını doğru diye yutturuyorlar…
Etmeyin, eylemeyin feryatlarına karşılık, "doğrusu bu kimse bunu bilmez dediler".
Oysa herkes kendi kampında yeni yalanlarını doğru diye tutturmaktan başka birşey yapmıyordu.
Hâlbuki Atatürk "Tarih yazmak, yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa; değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet arzeder" diyerek bizleri uyarıyordu…
Gelin tarihimizle barışalım. Geçmişe bağırmaktan vaz geçip, geleceğe güvenle bakalım. 
Unutmayın ki; "bugün siz küfrederseniz, yarında size küfredeler".