Ömer Faruk KIZILKAYA


EĞİTİM SORUNUMUZUN YAKIN TARİHİ- 5

İki haftadır kurs merkezi açan, kurs merkezlerinde çalışan MEB öğretmenleri ile ilgili yazı yazmamıza, hatta suçu kapsayan kanun ve yönetmelikleri yazıp ihbar olarak bildirmelerini söylememize rağmen halen İl Milli Eğitim Müdürlüğünden çıt çıkmıyor.


(MEM Denetlemeye Yanaşmıyor)

İki haftadır kurs merkezi açan, kurs merkezlerinde çalışan MEB öğretmenleri ile ilgili yazı yazmamıza, hatta suçu kapsayan kanun ve yönetmelikleri yazıp ihbar olarak bildirmelerini söylememize rağmen halen İl Milli Eğitim Müdürlüğünden çıt çıkmıyor. Bunun birçok sebebi var. Kiminin iyi niyetli, kimininse art niyetli olduğunu düşünüyorum. İlerleyen satırlarda açıklayacağım ama bu sessizlikten fazlasıyla sıkıldığımı da belirtmek istiyorum.

Geçen hafta yine kurs merkezlerinin kurucuları ile bir dizi görüşme yaptım. Bu görüşmeler neticesinde Türkiye çapında hizmet veren Kurs-Der isimli derneğin Erzurum temsilciliğinin olduğunu öğrendim ve kapılarını çalarak yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi almak istedim. Yaklaşık dokuz aydır Ayşe Kavaz Karaca Hanımefendi’nin temsilcilik görevini yürüttüğünü öğrendim. Sektörde yaşanan sorunları kendisinden dinlemek istiyordum.

Ayşe Hanım, bana en büyük sorunun bir araya gelerek ortak bir çalışma yapamamak olduğunu söyledi. Son zamanlarda derneğin şubesini açmak için girişimlerde bulunduklarını anlatan Ayşe Hanım, yakın zamanda kurs merkezi kurucuları ile bir toplantı yapmak istediğini, bunun için girişimlerde bulunduğunu ama bunda çok başarılı olamadıklarını dile getirdi. Toplantıya az sayıda kurucunun geldiğini belirten Ayşe Hanım, davete olumlu dönüş yapmayan kurucuların, daha sonra kendi aralarında Palandöken’deki bir tesiste toplandıklarını ve birçok konuda karar aldıklarını duyduğunu dile getirdi. Hatta bu kararlar içerisinde ticari anlamda suç teşkil edebilecek olanların da varlığını fark ettim. Onu da sonra açıklarım.

Birkaç kurs yöneticisi ile daha görüştüm, herkes bu konuda mücadele etme taraftarı ama kimse samimi değil. En büyük sebep güvensizlik. Maalesef kimse kendine de devlete de rakiplerine de güvenmiyor. Kurs merkezlerinde gerek sistemden gerekse şahsi uygulamadan kaynaklanan çok sayıda suç teşkil eden durum var.  Diğer taraftan, devletin görevini yaptığını ben de düşünmüyorum.

DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) kenara itildikten sonradır günü kurtarmaya yönelik kararlarla ve belirsizlik içerisinde yönetilen eğitim camiası (YÖK ve MEB) en iyi programlanması gereken kurumken en kötü programlanan hatta programlanamayan kurum durumuna geldi. Öğretmen yetiştirmeden atama stratejisine kadar çürümüş olan sistem, artık bitmiş durumda. Marketlerde çalışan öğretmen sayısı, devlette çalışan öğretmen sayısına yaklaştı. İhtiyaca yönelik öğrenci alımı yapması gereken YÖK, kendilerine gelen talimatlara itiraz etmeyip boyun eğdiği için ihtiyaçtan fazla öğretmen yetiştirdi ve talimatı veren devlet de bunlara istihdam sağlamadı. Sağlanamadı demiyorum, zira olayda kasıt olduğuna inanıyorum. [Eğer devlet, ihtiyaca göre öğretmen ataması yapmayıp partiden referanslı ücretli öğretmen alımı yapıyor (Edebiyat bölümü mezunu öğretmenin, matematik öğretmeni olarak alındığına dair belge, geçen yıl gündeme gelmişti.) ve bu öğretmenlere kadro verilmesini gündeme getiriyorsa bunda ciddi bir kasıt vardır. Kimse aksini savunmasın.]

Ücretli öğretmen konusunda bu kadar durmamızın en büyük sebeplerinden biri, bu öğretmenlerin kendilerini geçici görmeleri ve bu yüzden işlerine adapte olmakta zorluk çekmeleridir. Geçici oldukları için her an işlerine son verilmesi mümkün, bu psikoloji ile işlerine dört elle sarılamıyorlar, dolayısıyla kendilerini yetiştirmede de çok başarılı olamıyorlar. Bir gerçeği şimdilik söyleyeyim: Üniversiteden çıkan öğretmen adayı alanında yeterli olmuyor. Öğretmenlik eğitimi, gerçek anlamda meslekte tamamlanıyor. (İşin diğer boyutlarını da ileriki haftalarda “Öğretmen Yetiştirme Politikasındaki Sorunlar” başlığımızda anlatacağım.)

Kendini yetiştiremeyen öğretmen, maalesef öğrencisini de yetiştiremiyor. Atandığı halde kendini yetiştirmeyen öğretmenlerimiz de az değil. Özel sektör ile devlet arasındaki en büyük farklardan biri de bu zaten. Özel sektörde kendini yetiştiremezsen ya da başarılı olamazsan işsiz kalırsın ama devlette böyle bir durum söz konusu değil. (Özel sektörde çalıştığım için okullardan gelen öğrencilerin eksiklerini bilerek söylüyorum.)

Ücretli öğretmenliğin özel sektör öğretmenlerini ilgilendiren en önemli taraflarından biri de maddi anlamda pazarlık konusu oluşturması. Zira kendi istediği miktarı öğretmene dayatan kurum sahipleri, ücret konusunda pazarlığa girişen öğretmenlere ücretli öğretmenliği göstererek oradaki daha az ücret sayesinde öğretmeni istedikleri miktarla anlaşmaya mecbur bırakabiliyorlar.

Bu arada başarıdan söz etmişken özel sektördeki öğretmenlerin hep başarılı olduklarını iddia ettiğim sanılmasın. İşverenler, daha ucuza çalıştırabilmek amacıyla yeni öğretmenleri tercih ettikleri için özel sektörde de başarısız olan kurum ve öğretmen var.

Zorunlu eğitimin getirdiği olumsuzluklar, fırsat eşitsizliği, öğretmenlerin uygulamadaki ihmal ve eksikleri gibi sebeplerle iyi bir üniversite, iyi bir meslek hayali kuran veli ve öğrenciler, eksik kaldıkları noktaları kurslarla veya özel okullarla tamamlamaya çalışıyorlar. Bu durumu yazı dizimizin başlarında anlatmıştım.

Devlet, popülist söylemlerle halkın gazını alıp tabiri caizse ağızlarına bir parmak bal çalarak kendi bildiğini okumaya devam ediyor; sorun çözmek oldukça meşakkatli bir durum olduğu için o topa girmeye yanaşmıyor. Diğer tarafta da istihdam, sosyal güvenlik gibi konularda ahkâm kesiyor. Bu çelişkiler içinde, devletin ne yapmaya çalıştığını anlayamıyoruz.

Atama yapmaya gücü yetmeyen (Yetiyorsa atama yapın, görelim.) devlet, istihdam imkânı veremediği ve ihtiyaç fazlası olarak gördüğü öğretmenleri iş sahibi yapan özel sektörü desteklemelidir ama oradaki çalışanı da sahipsiz bırakmamalıdır. Çünkü eğitim ihmale gelecek bir alan değildir. Bir senenin hataları bir kuşağa yansıyor ve ülkemizde çok kuşak mahvoldu.

Biraz önce özel kurumlardan bahsettim. Kimse kusura bakmasın, bir insanı en az 16 sene alıkoyup bir alanda yetiştirirseniz o da sizden bir şeyler ister. Gence hayatını kurma ve bir alanda zanaat öğrenme şansı vermeyip zorunlu eğitim ile 12 yıl okutur, sonra da üniversite hayali kurdurursanız zanaat öğrenme yaşını geçirmesine sebep olursunuz. Tek çaresi, yetiştiği alanda hizmet vermesidir. Bu fırsatı da ona vermezseniz o bireyi küstürürsünüz. Şu an ülkemizde devletinden umudunu kesmiş o kadar genç var ki…

Özel sektör bu gençler için bir ekmek kapısı. Devlet, atama yapamıyorsa bari bıraksın da insanlar kendi gayretleriyle ekmeklerini kazansınlar. Bu kurumlar sayesinde hem işsizlik sorununa çözüm bulunuyor hem eğitimde başarıya katkıda bulunuluyor hem de vergi alınarak ekonomiye kazanç sağlanıyor. Bunları devlet bilmiyor mu? 2015 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının hazırladığı rapora göre çok iyi biliyor. Peki, bu belirsizlikten devletin kârı nedir? Kendi eliyle yetiştirdiği celladı (FETÖ) yüzünden ülkesini seven ve ülkesine sadık olan insanları neden cezalandırıyor?

Devletin bu kurumları iyi denetlemesi ve çalışanlara da kurumlara da destek olması gerekiyor. Destek derken maddi destekten bahsetmiyorum. Maddi destekleri nerelere sağladıklarını maalesef görüyor, duyuyoruz. Biz manevi destekten yanayız. Mesela özel sektörde çalışan öğretmen ve personeli zalim yöneticilerin insafına bırakmayın. Mobbing ve angaryanın tavan yaptığı kurumları Türkiye genelinde biliyorum. (Türkiye genelinde özel sektörde yaşanan sorunları bilmemin en büyük vesilesi, 2020 yılında kurulan ÖSÖB-DER isimli Özel Sektör Öğretmenler Birlikteliği Derneğinin yönetim kurulu üyesi olmamdır.)  Özel sektördeki kurumları denetlemek ve çalışanların hak etmedikleri muameleye uğramalarına engel olmak devletin görevidir. Devletin yapması gereken şey, kurs merkezleri ile ilgili bir düzenlemeye gitmek ve sektörün bir standarda kavuşmasını sağlamaktır. Üniversiteye yönelik eğitim veren kursların on branşta ders vermelerine olanak sağlanırsa kurumlar bunu kaçak yollarla yapmak zorunda kalmazlar. Dolayısıyla kurumları potansiyel suçlu durumuna düşürüp birilerinin tehdit ve şantajına maruz bırakmazlar. Bu konu ile ilgili bir ufak anekdot anlatmak istiyorum:

2018 yılında bir öğrencimizin velisinin konuşmasındaki üslubuna takılmıştım. Vali Bey’in koruması olduğunu öğrendiğim veli, dokuz bin liraya kayıt alındığı dönemde öğrencisini 2 bin liraya kaydettirmiş. Kurum sahiplerinden H.A.nın beyanı buydu. Kayıtta Vali Bey’in erkini kullanmış meğer. Yine geçen yıl bir meslektaşım telefonda, çalıştığım kurumun, Erzurum’un önemli bürokratlarından birinin yeğenini ücretsiz alıp alamayacağını sormuştu, kurum yetkilileri (yukarıdakinden farklı bir kurum) talebi geri çevirmişlerdi. Bunu da buraya yazayım ki kirli ilişkilere sizler de şahit olun.

Görüştüğüm her yönetici bana MEB’de çalışan farklı isimlerden ve farklı kurumlardan bahsediyor. İl müdür yardımcısı, şube müdürü, okul müdürleri gibi kişilerin isminin kurum sahibi (ortağı) olarak geçtiği bir şehirde denetim tabii ki yapılmaz. Sahi, çocuğu özel okula gidenlerin kayıt sözleşmeleri ve ödemeleri de incelenmelidir. Acaba bu denetimsizlikte rüşvet, tehdit vb. ihtimali var mı?

Bu yazıyı yazmamın en büyük sebebi, sektörün düzelmesi ve sıranın temsil ettiğimiz kitlenin (Özel sektörde çalışan öğretmenlerimizin) yaşadıkları sorunların düzelmesi için mücadele edebilmeye gelmesidir. Önümüzdeki hafta bu sorunlardan bahsedeceğim.