Ömer Faruk KIZILKAYA


HOCAMIN ŞİİR KOKAN ELLERİNİ ÖPÜYORUM

.


Kitap Fuarı’nda son turlarımı atarken lise yıllarında Yavuz Selim Anadolu Öğretmen Lisesinde müdür
yardımcımız olan değerli hocam Sebahattin KAPLAN’ı gördüm. Eşim ve küçük kızım yanımdaydı.
Hocamın eline gittim, ilk önce elini öptürmedi. “Biraz önce aklıma geldin. Ömer Faruk, böyle yerleri
kaçırmazdı ama onu göremedim.” diye aklından geçirdiğini söyledi. Eşimi hocamla tanıştırdım,
ayaküstü sohbet ettik. Şiir kitabı çıkarmış: Bir Öğretmenin Kaleminden Şiirler. Bir kitabını alıp kızımın
adına imzaladı ve hediye etti. Fotoğraf çekildik, müsaade isterken elini öpmeme izin verdi.
Küçük kızım, aile büyüklerimin elini öptüğüme şahit oluyordu ama ilk defa tanımadığı birinin elini
öptüğümü görüyordu.
- Baba neden o amcanın elini öptün, dedi.
Yutkundum, söze nereden başlayacağımı şaşırdım. Az sonra, “Çünkü” dedim.
Çünkü o benim öğretmenim, kızım. Benim büyümemde, iyi bir insan olmaya çalışmamda, öğretmen
olmamda sadece dedenin emeği yok. Beni onlar yetiştirdi. Ben yatılı okulda okurken bize o amca
babalık etti. Onun üzerimde hakkı o kadar çok ki ödemem mümkün değil. Ben çok şanslıydım.
Karşıma o kadar güzel öğretmenler çıktı ki…
Kızım belki dediklerimi tam anlamıyla anlamadı ama dinledi, anlamış gibi yaptı. Kızıma anlatamadığım
daha bir sürü duygu ve düşünceyle eve geldik. Hocamın kitabını alıp okumak istediğimde kızım
arkadan seslendi:
- Baba, benim kitabımı neden aldın? O kitap benim, bak senin öğretmenin bana imzaladı.
Kızıma baktım, “Ama o şiirleri okumak benim de hakkım.” dedim ve hocamın şiirlerini okumaya
başladım. Orta seviye şiirler beklediğimi saklamayacağım. Son yirmi yıldır çok kişinin şiir ya da kitap
yazma hevesiyle yazdığı eserler seviyesinde şiirlerden oluştuğunu sanırken daha ilk şiirde ortanın
üstünde bir şiir beni karşıladı. Yemek hazırlanıncaya kadar birkaç şiir daha okudum ve hocama
hayranlığım arttı. Lise yıllarımızın sert görünümlü, öğrenciyi çok iyi tanıyan, yanlışa düşmememiz için
gerekirse kötü olmayı göze alabilen fedakâr Sebahattin Hoca’sının aslında ne kadar yufka bir yüreği
olduğunu çok iyi bilirdim. Ancak o yufka yüreğin içinde aynı zamanda bir sanatçı barındığını
bilmezdim, öğrenmiş oldum.
Sebahattin Hocam daha genç, 60 yaşında. Belini biraz bükülmüş gördüm. Kolay değil; memlekete
hayırlı binlerce öğrenci yetiştirmiş, adamlığıyla öğrencilerine her daim örnek olmuş, yanlışa karşı dik
durmuş günümüz şartlarında duruşunu bozmamış, ender insanlardandır. Menfaat için eğilmemiş,
ciğeri beş para etmez kimselere göz yummamış asil bir insandır. Necip Fazıl Kısakürek, “Sakarya
Türküsü” isimli o eşsiz şiirinde dava adamlığını “hamal”a benzetir. Omuzunda yük olan adamın beli
bükük olur; onlar ortalıkta zora talip olduğunu söyleyip de yaylana yaylana yürüyen, külhanbeyi gibi
konuşan, kibirden yanına yaklaşılmayan şahıslar gibi riyakâr değillerdir. Tıpkı hocam gibi…
Son zamanlarda milli eğitimde yapılan kıyımlardan nasibini almış, suçu yokken idarecilikten müdür
yardımcılığına indirilmiş, mobbinge ve angaryaya maruz kalmış bir eğitim emekçisidir. Tıpkı babam
gibi...
Hocamın kitabını tüm öğretmenlerin kitaplıklarında bulundurmalarını dilerim. Özellikle okullarda
yapılan belirli gün ve haftalar etkinliklerinde iyi bir can simidi olacaktır. Hocama ve bu vesileyle
hayatıma girmiş olan başta babam olmak üzere tüm öğretmenlerime şükranlarımı sunar, yaşayan
öğretmenlerimin ellerinden öperim. Yakın zamanda kaybettiğimizi üzülerek öğrendiğim ilkokul 5. sınıf
öğretmenim Hasan Ali Güven ve aramızdan ayrılmış olan diğer tüm öğretmenlerimi rahmetle

anıyorum. (Geçen hafta Öğretmenler Günü öncesi iki yazım yayımlanmıştı, sonrasında da
rahatsızlığım derken gecikmiş bir Öğretmenler Günü yazısı oldu. Tüm meslektaşlarımdan özür diliyorum.