Muhammed Fırat AKSOY


Ölüme Hazırlık

Bir gün devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı.


Halîfe;

“Seni gördüğüme çok sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum.” dedi.

Hazret-i Behlül güldü ve;

“Benim böyle bir arzum yoktu.” cevâbını verdi. Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat istedi. “Ne nasîhatı istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır! Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?” dedi.

İnsan öyle bir yere doğru gidiyor ki, annenin evladından kaçacağı güne, yani dünyada insana en merhametli olan annesi ahirette kendisinden kaçarken, hatta kabirde indiği anda kendini yalnız bırakacak olan, onu en çok seven annenin ahirette Evladını bırakıp kaçacağı güne gidiyoruz. Boynuzsuz koçun boynuzlu koçtan hesap soracağı güne.

İnsanı direk Allah cc direkt sorguya çekeceği güne gidiyoruz. Allah bize “ kulum ne getirdin. “ dediğinde, yüzümüz kızarmaması için, Allah cc dönmemiz gerekmiyor mu?

Rahmeti sonsuz, affı sonsuz olan Rabbimiz diyor ki, Bir adım gel, on adım geleyim. Yürü bana koşayım sana. Daha ne desin. Daha ne isteyelim, affetmek için küçük bahaneler ararken Rabbimiz.

Gelin on dakika bunu tefekkür edip şunu yapalım, diyelim ki Ey sonsuz Erhamerrahimin, sana geldim, kapına geldim. Ben acizim sen padişah, ben günahkarım, sen sultan. Kapına geldim, affetmeyi seversin. Beni de affet.