Ömer Faruk KIZILKAYA


SAĞLIKTA ŞİDDETİ İRDELEYELİM Mİ?

Bir aracınız olduğunu ve onu sürdüğünüzü düşünün. Biraz acemisiniz ya da kendinizle alakalı farklı bir sebeple aracınız yoldan çıktı ve duvara vurdu? Suçlu kimdir?


 

Bir aracınız olduğunu ve onu sürdüğünüzü düşünün. Biraz acemisiniz ya da kendinizle alakalı farklı bir sebeple aracınız yoldan çıktı ve duvara vurdu? Suçlu kimdir?

Siz, araba, yol, yolu yapan belediye, duvar, duvarı yapan… kimdir suçlu?

Sizden başka herkes değil mi? Hatta aklınızdan bir sürü isim geçer. Kesin…’in nazarı değmiştir. Oysa ortada bir suçlu vardır: Siz!

Yeterince ustalaşmadan direksiyon başına geçmişsinizdir. Aracı tanımıyor olabilirsiniz. Yol bozuk olabilir. Ancak bunların hepsi sizinle alakalı bir durumdur. Hiç yalandan suçu başkalarına atmayın, temel suçlu sizsiniz. Kendinizdeki eksikliği bile bile direksiyona geçtiniz. Çünkü nefsiniz size mükemmel olduğunuzu fısıldıyordu. Başkalarını suçlayarak ancak kendinizi avutursunuz oysa yakınınızdaki dalkavuklar bile aslında sizin hatalı olduğunuzu bilirler ama sizi daha fazla idare edebilmek için size türlü mazeretler sunarak sadakatlerine inanmanızı sağlarlar. Biri de çıkıp size suçlu olduğunuzu söyledi mi ona türlü laflar söyleyip kıskançlıkla suçlarsınız ve onu yakınınızda tutmazsınız. Çünkü yüzünüze çekinmeden doğruyu söylemiştir. Aslında siz de suçun kendinizde olduğunu biliyorsunuzdur ama üstünü örtmeye çalışıyorsunuzdur, o kişi üstünü açtığı için ona kızarsınız. Bunun psikolojideki yeri budur.

Gelelim konumuza:

Malumunuz geçen hafta bir doktorumuz görevi başında saldırıya uğradı ve öldürüldü. Her kafadan bir ses çıktı: Kimi görev şehidi dedi, kimi şehitliğin dini yönünü tartıştı, doktorlar tepki gösterdi, grev yaptı, kimi de doktorların grevine kendilerince karşı çıkarken mantıklı gibi görünen ama aslında konuyla alakası olmayan tepkiler gösterdi. Peşine bayram girdi ve herkes bayram telaşesine düşerek olayı unuttu. Ben de izlenimlerimi anlatmak istiyorum, tabii kendimce. Yani öznel, yeni katılmak zorunda değilsiniz ama benim gözümle de olaya başka bir açıdan bakabilirsiniz.

Öncelikle bir uzman çavuşumuzun şu mealde bir tepkisi olduğunu gördüm: Öğretmenler de saldırıya uğruyor hatta ölüyorlar ama grev yapmıyorlar. Polisler de saldırıya uğruyorlar ama grev yapmıyorlar. Doktorlar neden bir kişi öldürüldü diye grev yapıyorlar?

Aslında askerimiz şunu da demek istiyor: Biz de çatışmaya giriyoruz ve şehit oluyoruz ya da en yakın arkadaşımız kucağımızda şehit oluyor. Biz neden grev yapmıyoruz? Bunu diyemiyor çünkü kendileri gece rahatça uyusun diye nöbet bekleyen askere utanmadan “Siz bu mesleği seçerken şartların bu olacağını bilmiyor muydunuz? Askerlik mesleğinin doğasında ölmek ve öldürmek vardır. Şikayet etmeye hakkınız yok!” diyecek kadar alçalacak bir halk kitlesi içerisinde yaşadıklarını biliyor. Diyemiyor ama sezdirmeye çalışıyor. Eskiden bir şehit haberinde hayatı felç eden gösteriler bile yapılmıyor artık. Çoğu zaman şehit haberleri ana habere bile düşmüyor. Çünkü kimse o insanların çaresizlikten asker olduğu gerçeğini görmüyor, görmek istemiyor.

Sevgili askerim, belki bunları söylemek isteyip söyleyemediğin için bu şekilde sitem ettin ama sana asıl suçluyu belki söylemeyeceğim ama arifsen anlatacağım.

Yaklaşık 11 yıl önce bir arkadaşım Karayazı’da doktordu. Kendilerine ölü olarak getirilen bir şahsın kalp krizi geçirdiğini tespit ettiklerini, döndürebilmek için 52 dakika kalp masajı yaptıklarını, aslında bu kadar uzun kalp masajı yapılmadığını ama tepkilerden korktukları için bütün şanslarını denediklerini söylemişti. Durumu aileye bildirmek için korka korka sülalenin büyüklerinden birini çağırdıklarını ve ilk yumruğu orada yediğini, epey dayak yedikten sonra bir odaya zor bela saklanıp o şekilde canını kurtardığını anlatmıştı. Kendisi şunu söylemişti: Eski sağlık bakanlarımızdan Prof. Dr. Recep AKDAĞ bir yanına doktoru, diğer yanına hemşireyi alarak halka “Bunlar size hizmet etmek için geldiler, size hizmet etmek zorundalar. Bunu sizler de unutmayın, onlar da unutmasınlar.” demiş.

O arkadaşımız diyordu ki: Sayın bakanın söylediğini herkes biliyor. Ben oraya yatmaya gitmedim. Eğitimimizi alırken amacımız zaten halka hizmet etmekti. Bunu kendi siyasi emelleri için bizi hedef göstererek söylemesi bazı cahilleri yüreklendirdi.

Burası doktorumuzun kendi fikriydi. Gelelim benim fikrime:

Bu olaylar bir kişinin fevri bir hareketi değil sosyolojik bir vakadır. Olayı gelişmiş toplumlar sosyologlar aracılığıyla çözerler. Bu tepkilerin sebebi nedir, bunlara ne gibi çözüm önerileri getirilir, bunları tespit ederek çözüm bulmaya çalışırlar. Vatandaş neden bu kadar gergin? Bir sağlıkçıya, öğretmene veya herhangi bir meslek erbabına neden şiddet uygulama yoluna gidiliyor? Bunların incelenmesi gerekiyor. Çıkacak sonuca göre de çözüm bulunması gerekiyor. Ancak sosyologlar bu ülkede işsizler. Onların işini danışmanlar yapıyor ama hiçbiri sosyolog değil!

Siyasi emellerle her gün halka önce- sonra karşılaştırması yapıp gerçekleri görmezden gelirseniz sonuç bu olur. Akşama kadar medyanın bütün organlarından eskiden hastanelerde sıra beklendiğini ama şimdi böyle bir sorun olmadığını söylerseniz hastanede bekletilen vatandaş birilerinin işini yapmadığını düşünür. Kendisi ya da çok sevdiği birisi canının derdindeyken yani kaygı düzeyi yüksekken sağlıklı düşünemez. Akşama kadar kendisine pompalanan “her şeyin çok iyi olduğu” algısından ötürü güvenip oy verdiği siyasilerin olayı çarpıttıklarını düşünmez ve hain olarak gördüğü sağlık personelinin işini yapmadığını düşünerek saldırır. Freud da saldırının temelinde engellenme dürtüsünün olduğunu söylemişti. Engellendiğini düşünen vatandaş engel olarak gördüğü yere kendince müdahale eder.

Dizilerde ve filmlerde kabadayılığın, racon kesmenin yüceltildiğine ve oyunların bile şiddete dayandırıldığına şahit oluyoruz. Bunlar da yine sosyal medyada parça parça kesilerek halka pompalanıyor, halkın bilinçaltına şiddetin sorun çözdüğü mesajı veriliyor. Oysa medeni toplumlarda sorunların hukuk yoluyla çözüldüğüne şahit oluyoruz. Bizde buna dair sosyal medya ve medya organlarında çok ciddi paylaşımlar göremiyoruz. Okul basan veli, çocuğuna medeni bir şekilde sorun çözmeyi öğretemez. Çocuktaki davranış bozukluğunu, rehberlik servisinde çözmeye çalışmak, çözüm bulunamazsa bir üst kuruma müracaat etmek gerektiğini düşünmeden geleneksel yöntemlerle çözmeye çalışan öğretmen sorunu medeni şekilde çözmeyi çocuğa öğretemez. Hata yapan çırağına lisanımünasiple doğrusunu öğretmek yerine ceza veren, döven, söven… usta sorun çözmeyi öğretemez. Örnekler daha çoğaltılabilir. Sorunu çözmek için ciddi çalışmalar yapmak yerine göstermelik cezalar veren devlet, vatandaşına sorun çözmeyi öğretemez. Sonuçta ceza da bir çeşit şiddettir. Bu şartlar içerisinde güçlü olan, güçsüze ya da güçsüz gördüğüne saldırmayı hak olarak görür. Halkın “devlet baba” diye tabir ettiği devlet, babalık görevini tam anlamıyla yerine getirmelidir. Aksi halde sorun çözülmez.

Popülizmi bırakıp kalıcı çözümler üretmek gerekiyor. Gerçekçi olalım: Eskiden hastaneye gidilip orada sıra bekleniyordu, şimdi randevu alınıp evde bekleniyor. Eskiden hastanede vezneye para veriliyordu, şimdi eczaneye para veriliyor. Doktorlar yarışa sokularak her gün akla ve mantığa aykırı sayılarda hastaya bakmak zorunda bırakılıyor. Öyle ki bir hastaya ortalama 2-3 dakika zaman ayırabiliyorlar. Onları bu çarktan nasıl kurtarabileceğizin peşine düşülmesi gerekiyor. Onlar da bu süre içinde sağlıklı bir tedavi sağlanamayacağını biliyorlar ama ellerinden bir şey gelmiyor. Eskiden hastanelerin cihazları ve imkânları kısıtlıydı, şimdi modern hastanelerde yine cihazlar kısıtlı veya arızalı. Bir tahlil veya görüntüleme hizmeti 1 ay sonraya sarkabiliyorken özelde 1 gün sonra sonuç alınabiliyor.

Başta belirttiğim araba hikâyesinde direksiyon başındaki kişi devleti yönetenlerdir. Başkalarını suçlamadan önce kendinizi gözden geçirin.

Ortalama 3 milyon öğrencinin girdiği üniversite sınavında ilk 20 bine giren insanların zekâlarını tartışmak, o sıralamaya giremeyenlerin haddine değildir. Doktorların iş bırakmalarını sonuna kadar destekliyorum. Öğretmenlerin, polislerin ve diğer meslek gruplarının yapamadıklarını yapmak onları suçlu değil cesur yapar. Demokratik tepkilerimizi vermekle hain olmak aynı şey değildir. Unutmayalım ki her meslek toplumu oluşturan zincirin bir halkasıdır. Kimse kimseyi görmezden gelemez. Her halka da kendi değerini bilmek ve kendisine zarar veren unsurlara tepki geliştirmek zorundadır.