Orhan Yıldırım


TEZEK

Taş duvar ve saman ile toprağın harç olarak kullanıldığı evimizin üç odası vardı. Mutfak ve tuvalet olarak kullanılan alanı tahta perde birbirinden ayırıyordu. Kışın ahşap tavanlı büyük odada tezek sobasının etrafında toplanıp otururduk. Yatma vakti gelince annem, babam, ablalarım ve ben yer döşeğinde aynı odada yatardık. Koyun yününden döşek, yorgan ve yastık sıcak tutardı.


Gece başlayan kar fırtınası günün ilk ışıkları ile etkisini kaybetmişti. Köy yolu yine kar yağışı ve fırtına nedeniyle kapanmıştı. Gökyüzü soğuk maviydi. Bu soğuk mavisinde bir tane kuş bile gökyüzünde kanat çırpmıyordu. Evimizin önündeki yaşlı kavak ağaçlarının dallarındaki yuvalarında kargaların çığlıkları duyuluyordu. Kavaklara yaşlı dediğime bakmayın siz. En fazla 20 yaşındadırlar. Seneye babam ve benden 15 yaş büyük olan ağabeyim kavakları kesip kışlık yakacak olarak kullanacaklar. Küçük bir derenin kıyısındaki köyümüzde çok ağaç yoktur. Var olanlar da bizim ve muhtarın küçük kardeşinin evinin önündeki kavak ve söğüt ağaçlarıdır.

Taş duvar ve saman ile toprağın harç olarak kullanıldığı evimizin üç odası vardı. Mutfak ve tuvalet olarak kullanılan alanı tahta perde birbirinden ayırıyordu. Kışın ahşap tavanlı büyük odada tezek sobasının etrafında toplanıp otururduk. Yatma vakti gelince annem, babam, ablalarım ve ben yer döşeğinde aynı odada yatardık. Koyun yününden döşek, yorgan ve yastık sıcak tutardı.

Yoksulduk. Mutlu muyduk? Hayır değildik. Yoksulluktan mutluluk duyduğunu köle ruhlular söyler. Kar yağınca dış dünya ile bağımız kesilirdi. Telefon hatlarındaki bakır teller hırsızlar tarafından sık sık çalındığı için dış dünya ile bağımız kesilirdi. Elektrik telleri karın ağırlığına dayanamaz kopardı. Ya da enerji nakil hatlarında oluşan arıza nedeniyle günlerce gaz lambası ya da mum ışığında geceleri tezek ateşinde yanmakta olan sobanının kenarında birbirimize sokulup sokulup otururduk. 15 yaşında sigaraya başlamış olan babam ucuz olduğu için sarma tütün içerdi. Ağabeyim Kerim de 12 yaşında sigaraya başlamıştı. Babamın yanında sigara içmekten utandığı için misafir odası olarak kullandığımız yan odaya geçer soğukta sigarasını içerdi. Ablalarım Nezahat ve Nezaket ise sigara içmiyor ama kaçamak olarak komşu Hanım Teyze’nin kızı Siyaset ile arada bir keyfine duman altı olmuyor da değillerdi. Annem ise ne sigarayı ne de babamı severdi. Görücü usulü evlendirilmişti. Babama ikisi erkek 4 çocuk vermişti. Doğumlardan sonra kendisini salmıştı. “Bekarkan sivri biber gibi incecikti annem evlendikten sonra kilo aldı dolmalık biber gibi oldu” diyerek anneme takılırdı, babam. Annemin bıyıkları ve sakalları vardı. Annem sakal ve bıyıklarını nadiren alırdı. Ablalarımın ısrarı olmasa annem onları da aldırmazdı. Babam ise sakallı ve bıyıklı bir eş görmekten mutlu olmaz, “Avrat şu sakal ve bıyıklarını da alsan artık.” Diyerek anneme kendisine bakması için açık uyarıdı bulunurdu. Doğu Anadolu’da bir dağ köyünde kışın fırtınanın içerisinde hangi kadın kocası için kendisine bakıyordu ki… Kadınların hayat kavgası, erkeklerden daha acımasızdı…

O sabah erkenden kalkmıştım. Babam, abim ve ablalarım uyuyodu. Pire ısırığından ağabeyim yorganın altından bacağını kaşıyordu. Köy yerinde pire istenmeyen misafirdir. Ahırdaki hayvanlardan geçiyorlardı üzerimize. Ençok da yün yorganlarda sıçrayıp, geceleri kanlarımızı emip beyaz yastık ve yorgan kılıfları ile fanilalaramızın üzerine sıçmayı seviyorlardı. Ah kaç cana kıymıştım oysaki. Yorgan arasında, yastığın üzerinde ya da pijamalarımın üzerinde yakalayıp parmaklarımın arasında kaç pireyi ezerek öldürmüştüm. İnsan öldürdüğü pireye acımaz ki.

Annem çiçek desenli eski pazen elbisesiyle kapıyı açıp, beyaz mineli tepsi içerisinde kahvaltımı getirdi. Kerti lor, tandırda pişirilmiş tazeliğini yitirmekte olan ekmek, tereyağı, dut pekmezi ve haşlanmış yumurta. Sıcak çay eşliğinde yatakların ayakucunda sessizce kahvaltımı yaptım. Annemin külünü erkenden boşaltıp yeniden alevlerini canlandırdığı sobanın sıcaklığı hararetimi arttırmıştı. Odadan dışarı çıktım. Salon buz gibi soğuktu. Şebeke donduğu için musluktan su akmıyordu. Köy meydanındaki çeşmeden kovalarla taşıdığımız suyu boşalattığımız tulumbadan akan suda elimi- yüzümü yıkadım. Mutfaktaki ahşap perdenin ardındaki tuvalette- ki burada da su akmıyordu- ibrikte su bırakmıyorduk donuyordu. Birkaç kez ibrik içindeki soğuk suyun donması nedeniyle cırılmıştı. Ayakta çişimi yapıp pantolumun fermuarını yarım yamalak çektim.

Koşararak yattığımız odaya döndüm. Yamalı önlüğümün üstünden, geçen yıl sağ alt ucu sobada yanmış gociğimi giyindim. Annemin koyunyününden ördüğü ayaklarıma küçük gelen çoraplarımı giyindim. İç kapının dış kenarında soğuktan kaskatı kesilmiş kara lastiklerimi ayaklarıma geçirdim. Tezek ve gevenin bulunduğu odunluk olarak kullanılan küçük bölmeden iri, kuru bir tezeği koltuğumun altına sıkıştırıp evden çıktım. Güneş gökyüzünü aydınlatmış ama ortalığı ısıtmamıştı. Soğuk ve temiz hava ciğerlerimi yaktı. Öksürdüm. Odanın ağır kokusu yerini kar kokusuna bıraktı. Evin önünde zincire bağlı olan 5 yaşındaki ‘Çakal’ isimli erkek köpeğimiz ön bacaklarının üzerine gerinerek uzunca esnedi. Şirinlik yapıp üzerime sıçrayarak, zincirinin çözülmesini istedi.  ‘Hoşt’ diyerek yanımdan uzaklaştırıp, yarım metre kalınlığındaki karın içerisinde, elimde tezek, sırtımda çanta ile okulun yolunu tuttum.

Erzurum’da köy sokakları dardır. Bu sokaklar bir de kışın bacalardan kürünen karların birikmesiyle iyice darlaşır. Sokak aralarında minik kar tepeciklerin oluştuğu yolu üzerinden kimi zaman ise kenarından geçmek kaçınılmaz. Mezarlıkla duvarı bitişik olan okul bahçesine ulaştığımda büyük bir zafer kazanmış komutan edasına büründüm. İki derslikli okula girip, üzerinde, “Müdür” yazılı odanın bitişiğindeki sınıfta yanmakta olan sobanın kenarına tezeği bıraktım. Benden önce sınıfa gelen arkadaşlarımın getirdiği tezekle yanan sobanın sıcaklığında üşüyen ellerimi ısıttım. İlçe merkezinde ortaokulu yatılı okuyana kadar, tezek taşıdım ve tezek sobasının sıcaklığında okuma- yazmayı öğrenip, aşk şiirleri yazdım.