Hiç dikkat ettiniz mi? Bizim toplumda biriyle konuşurken bir anda tartışmanın dozunun yükseldiğini, herkesin ses tonunun değiştiğini ve sohbetin bir anda “yarışma programı”na döndüğünü fark ediyorsunuz. Üstelik ortada bir ödül, bir kupa, bir tebrik bile yok.
Peki bu ısrar neden?
Cevap basit:Haklı olma hastalığı.
Bazen düşünüyorum,acaba biz tartışmayı mı sevmiyoruz yoksa kaybetmeyi mi kaldıramıyoruz?
Hangisi daha ağır geliyor?
Sizce?
Toplum olarak konuyu anlamaktan çok“üstün gelme”yi önemsiyoruz. Birinin fikrini çürüttüğümüzde kendimizi akıllı sanıyoruz,karşı tarafı susturduğumuzda zihinsel bir zafer kazanmış gibi seviniyoruz.Oysa gerçekte elde ettiğimiz tek şey, konuşmanın ruhunu öldürmek oluyor.
Haklı Olma İhtiyacı Neden Bu Kadar Yüksek?
Aslında bunun birçok nedeni var.
Birincisi,yanılmanın zayıflık olarak görülmesi.
Bizde hata yapmak ayıp, bilmemek utanılacak bir durum gibi öğretilir.
"Oğlum bilmiyorsan sus."
"Boş konuşma."
Bu cümlelerle büyüyen bir toplumda yanlışlanmak, reddedilmek gibi hissedilir.
Bu yüzden ne olursa olsun haklı çıkmak isteriz.
Hatta bazen yanlış olduğumuzu fark etsek bile içimizden “Neyse, buraya kadar geldim bari sürdürüp haklı çıkayım” diye devam ederiz.
Tanıdık geldi mi?
Gerçekten haklı olmak mı değerlidir, yoksa doğruyu bulmak mı?
Toplumda tartışma denince akla genelde “karşılıklı atışma” geliyor.
Oysa tartışmanın amacı doğruyu bulmak,fikirleri karşılaştırmak, anlamak olmalı.
Ama bizde durum şöyle ilerliyor:
Biri bir fikir söylüyor.
Diğeri hemen “hayır” demek için fırsat kolluyor.
Sesler yükseliyor.
Sonunda herkes birbirine gönül koyuyor.
Fark ediyor musunuz?
Sürecin hiçbir yerinde “dinleme” yok.
Biraz abartılı söyleyeyim:
Biri konuşurken karşı taraf dinlemiyor, sadece sıra kendisine gelsin diye nefes tutup bekliyor.
Sonra da “Biz niye anlaşamıyoruz?” diye soruyoruz.
Bir de işin dijital boyutu var.
Sosyal medya tam bir haklılık savaşı alanı.
Bir konuyla ilgili fikir beyan ediyorsun, anında beş kişi sana açıklama yapmaya, üç kişi seni düzeltmeye, iki kişi de tümden eleştirmeye başlıyor.
Dikkat ettiyseniz hiç kimse “Acaba ne demek istedi?” diye sormuyor.
Hep şu ruh hâli var:
“Ben daha iyi bilirim.”
“Ben daha doğru düşünürüm.”
“Ben seni çürütürüm.”
Ve en önemlisi:
Bir kere haklı çıktın mı?
O his bağımlılık gibi.
Bir daha, bir daha, bir daha.
Peki Haklı Olma Hastalığının Bedeli Ne?
Bu hâlin bizi en çok yorduğu yer ilişkilerimiz.
Aile içinde, işte, arkadaşlarda.
Mesela bir düşünün:
Bir tartışmanın sonunda “kazandınız” ama karşınızdaki kırıldıysa gerçekten kazandınız mı?
Ya da şöyle sorayım:
Haklı çıkmak, huzurlu olmak kadar değerli mi?
Bazen haklılık takıntısı o kadar büyüyor ki,insanlar kendi mutluluğunu bile bu uğurda harcıyor.
Tartışmayı sonlandırmak yerine uzatıyoruz.
Empatiyi kapatıp egoyu açıyoruz.
Sonuç?
Birbirimizi anlamadan konuştuğumuz uzun cümleler.Peki Çözüm Var mı?
Var.
Ama mucize gibi bir şey beklemeyelim.
Küçük ama etkili değişiklikler yeterli:
Yanılmayı normal kabul etmek.
Kimse her şeyi bilmek zorunda değil.
Bilmiyorum demek,aslında bilgeliktir.
Dinlemeyi öğrenmek.
Dinlemek bir saygı ifadesidir.
Karşı tarafı anlamanın tek yolu da budur.
Tartışmayı bir güç mücadelesi olarak görmemek.
Tartışmanın amacı kazanmak değil, fikirleri geliştirmektir.
Bazen “haklısın” demek, gerçekten haklı olmaktan daha değerlidir.
Herkes aynı hayatı yaşamadı.
Aynı noktadan bakmıyoruz.
Peki nasıl aynı fikirde olalım?
Bu soruyu size bırakıyorum:
Gerçekten ne istiyoruz?
Haklı çıkmak mı, yoksa anlaşılmak mı?
Bence her tartışmanın başına küçük bir not eklemeliyiz:
“Fikirler çarpışırken insanlar kırılmasın.”
Çünkü haklı olma hastalığı öyle bir alışkanlık ki, insanı en çok kendi içinden tüketiyor.
Kazanıyorsun ama kaybediyorsun; susturuyorsun ama yalnızlaşıyorsun.
Belki de bundan sonra en büyük başarı, haklı çıkmak değil;hakikati birlikte bulabilmek olacak.
