Düşünün, sabah kalktığınızda ilk duyduğunuz şey kuş sesi değil; telefonunuzun “acil olmayan” bildirimleri. Akşam yemeğinde sofradaki sohbeti bölen şey, aileden birinin TikTok videosu sesi. Sokağa çıkıyorsunuz; inşaat, trafik, satıcı anonsları, kornalar, bir de hiç tanımadığınız insanların telefon konuşmaları. Sonra bir gün biri karşınıza çıkıp “isterseniz bu gürültüyü üç günlüğüne kapatabiliriz, ama ücreti şu kadar” diyor. Ve siz de “kaç para?” diye soruyorsunuz. İşte, sessizlik ekonomisi tam burada başlıyor.
Zamanımız, gürültünün yalnızca ses dalgalarından ibaret olmadığı bir dönem. Artık gürültü; bildirim sesleri, bitmek bilmeyen toplantılar, 7/24 açık televizyonlar, yüksek sesli kahkaha videoları ve hatta “sessiz kalamayan” sosyal medya akışlarıyla hayatımıza sızmış durumda. Bu kadar çok konuşmanın, yazmanın, paylaşmanın arasında birden fark ettim: Sessizlik artık ucuz değil. Hatta söyleyebilirim ki, sessizlik artık bir “lüks tüketim ürünü” kıvamında.
Eskiden sessizlik bedavaydı; köyün ortasında yürürken, gece balkona çıktığında, hatta şehirlerde bile gece yarısı pencereden baktığında duyabileceğin doğal bir şeydi. Şimdi ise, “sessizlik” paketlenip satılıyor. İronik ama gerçek: Sessizlik artık bir meta.
Dünyanın çeşitli yerlerinde “sessizlik odaları” açılıyor. Ücretli. Hem de az buz değil. Üstelik sadece dört duvar, biraz ses yalıtımı, bir sandalye. Bazıları içine “huzur verici” olsun diye minik bitkiler de koyuyor, ama inanın, orada esas satılan şey ne bitki ne mobilya; satılan şey “konuşmama hakkı”.
Yurt dışında “sessizlik tatilleri” de başladı. Gidiyorsunuz, dağın başında bir manastırda üç gün boyunca kimseyle konuşmuyorsunuz. Yemek sırasında göz teması bile yasak. Bu noktada bazıları “o kadar para verip konuşmamayı mı satın alıyoruz?” diye sorabilir. Evet, tam olarak öyle. Tüketim çağında her şey metalaşınca, sessizlik de kendi fiyat etiketini buldu.
Ekonomi literatüründe “kıt kaynak” kavramı vardır. Kıt olan şey değerlidir. Altın, petrol, temiz su ve artık sessizlik. 2023 yılında University of Eastern Finland tarafından yapılan bir araştırmaya göre, şehir gürültüsünün insan beyni üzerindeki kronik stres etkisi, yüksek tansiyon ve uyku bozuklukları riskini ciddi oranda artırıyor.
Psikoloji alanında ise sessizlik, beyin dalgalarını yavaşlatan, yaratıcılığı artıran ve hafıza güçlendiren bir unsur olarak görülüyor. İtalyan sinirbilimci Luciano Bernardi’nin çalışmaları, sadece iki dakika sessizliğin bile stres hormonu kortizol seviyesini düşürdüğünü gösteriyor. Düşünün, iki dakika… Ama iki dakikayı bulmak artık neredeyse bir tatil planı yapmak kadar zor.
Tarihsel Anekdot: Sessizlikle Zenginleşenler
Sessizlik ekonomisi modern bir kavram gibi görünse de, aslında kökleri eski. Japonya’da Zen tapınaklarının etrafına yapılan geniş bahçeler, sadece estetik için değil, “gürültü bariyeri” olarak tasarlanmıştı. Sessizlik, o dönemde maneviyatın para karşılığı satılmayan ama yine de erişim için sosyal konum gerektiren bir ayrıcalıktı.
Benzer şekilde, Orta Çağ’da bazı soylu aileler, şehirden uzak arazilerde “av köşkleri” kurardı. Av bahanesiyle gidilen bu köşklerin asıl amacı, şehir gürültüsünden kaçmaktı. Yani sessizlik, yüzyıllardır bir prestij göstergesi.
Şirketler bu açığı çoktan fark etti. Yoga stüdyoları, “mindfulness” aplikasyonları, “noise-cancelling” kulaklık üreticileri. Hepsi sessizlik pazarının birer oyuncusu. Kulaklığı 10 liraya değil 10 bin liraya satabilmenin sırrı, üzerine “absolute silence experience” etiketi yapıştırmakta.
Bir araştırmaya göre (Statista, 2024), yalnızca sessizlik temalı meditasyon uygulamalarının yıllık global geliri 7 milyar doları aştı. “İnsana hiçbir şey sunmadan para kazanmak” konusunda sessizlik, açık ara lider.
Ben çocukken sessizlik, annemin elektrikler kesildiğinde bize mecburen sunduğu bir şeydi. O zamanlar televizyon susunca “sıkıldık” derdik. Şimdi elektrikler gitse, “oh be, doğa ana bize sessizlik verdi” diye seviniriz. İnsanlık işte, kıymetini anladığı şeyin peşine ancak onu kaybedince düşüyor.
Bu noktada insan şunu soruyor: Sessizlik gerçekten satın alınmalı mı, yoksa yeniden üretilebilir mi? Bence her ikisi de mümkün. Sessizlik odası kiralamak bir çözüm olabilir ama asıl mesele, hayatımızda gürültüye neden olan şeyleri azaltmak. Bildirimleri kapatmak, sabah uyandığımızda telefon ekranına değil pencereden dışarı bakmak, bazen konuşmamak.Yani sessizliği sadece para vererek değil, seçim yaparak da bulabiliriz.
Ama dürüst olayım: Eğer bir gün biri bana “şehir ortasında 1 saatlik mutlak sessizlik” için bilet satarsa, büyük ihtimalle alırım. Çünkü sessizlik, artık sadece bir ihtiyaç değil; modern insanın yeni takısı, yeni prestij göstergesi.
Sessizlik, artık sadece kulaklarımızın değil, ruhumuzun da ihtiyacı. Ve tıpkı diğer lüksler gibi, değeri arz-talep dengesinde değil, yokluğunda ortaya çıkıyor. Belki de bu yüzden, konuşmamanın piyasa değeri var. Çünkü çağımızın en zor şeyi, bazen hiçbir şey söylememek.