Mahalle… Kulağa basit bir kelime gibi geliyor ama aslında bir toplumun nabzını atan, bireyin kimliğini şekillendiren, hafızasını taşıyan en küçük toplumsal birimlerden biri. Çocukluğumun geçtiği mahalleyi düşündüğümde, hâlâ kulağımda top peşinde koşarken yükselen bağırışlarımız, komşu teyzelerin kapı önü sohbetleri, bakkalın veresiye defterine yazdığı isimler çınlıyor. O zamanlar bana sıradan gelen bu sesler, bugün baktığımda aslında bir kültürün ritmiydi. Ama o ritim giderek yavaşlıyor, hatta susma noktasına geliyor. İşte tam da bu yüzden sormak gerekiyor: Mahalle kültürü nereye gidiyor?
Çocukluğumun Mahallesinden Kesitler
Bizim sokakta oyun oynamanın kuralları belliydi. Top oynarken cam kırılırsa, herkes bir anda kaybolur ama akşam olduğunda kırılan camın parasını ödemek için para biriktiren yine biz çocuklar olurduk. Arada kavga ederdik, ama beş dakika sonra aynı ekmek arası domatesi paylaşırken barışırdık. Mahalle kavgası dediğin bile, aslında birlikte büyümenin bir parçasıydı.
Bir de “mahalle teyze akademisi” vardı. Hatice teyze, Fatma teyze, Ayşe teyze. Hepsi mahallenin gayriresmî rehberleriydi. Biri örgü öğretirdi, biri hangi hastalığa hangi bitkinin iyi geldiğini söylerdi, diğeri çocuklara hikâye anlatırdı. Bugün dönüp baktığımda fark ediyorum: Mahalle sadece evlerin toplandığı bir yer değil, aslında bir sosyal öğrenme alanıydı.
Sosyolojide Ferdinand Tönnies’in “cemaat” (Gemeinschaft) ve “cemiyet” (Gesellschaft) ayrımı vardır. Cemaat, bireylerin samimi, yüz yüze ilişkiler kurduğu, aidiyet duygusunun güçlü olduğu yapıları ifade eder; tam da eski mahallelerimiz gibi. Cemiyet ise daha çok çıkar ilişkilerine dayalı, anonim, resmi bağlarla örülmüş modern topluluklardır; bugünkü apartman yaşamı veya site hayatı buna örnektir.
Mahalle kültürü, aslında cemaatin canlı bir örneğiydi. Komşuluk ilişkileri sadece günlük ihtiyaçların giderilmesini değil, aynı zamanda sosyal sermayenin oluşmasını sağlıyordu. Pierre Bourdieu’nün “sosyal sermaye” kavramını hatırlarsak, bu bağlar bir kişinin tek başına elde edemeyeceği güven, destek ve dayanışma ağlarını içerir. Bizim mahallenin “komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözünde somutlaşan dayanışması tam da bu sosyal sermayenin bir ifadesiydi.
Bugün ise bireyselleşmenin artışı, teknolojinin sunduğu kolaylıklar ve kentleşmenin getirdiği anonimleşme bu sermayeyi aşındırıyor. Artık komşunun kapısını çalmadan market uygulamasından sipariş veriyoruz; sorunlarımızı apartman toplantısında değil, WhatsApp grubunda tartışıyoruz. Sosyal sermaye böylece parçalanıyor, yerini yalnızlık ve yabancılaşma alıyor.
Mahallelerin Sessizleşmesi ve Kentsel Dönüşüm
Çocukken misket oynadığımız boş arsaların yerinde şimdi yüksek apartmanlar yükseliyor. O apartmanların bahçeleri steril, düzenli ve güvenlik kameralarıyla donatılmış; ama bir o kadar da sessiz. Çocuk sesleri, kahkaha sesleri, komşu çağrıları yok.
Henri Lefebvre’in dediği gibi, mekân sadece fiziksel bir alan değildir; aynı zamanda toplumsal ilişkilerin üretildiği bir sahnedir. Kentsel dönüşümle birlikte sokakların fiziksel dönüşümü, aynı zamanda mahalle ilişkilerini de dönüştürüyor. Yani sadece evlerimiz değil,toplumsal hafızamız da beton blokların gölgesinde kalıyor.
Umut Var mı?
Bu tablo karamsar gibi görünebilir, ama ben tamamen umutsuz değilim. Mahalle kültürü sadece geçmişe ait nostaljik bir hatıra değil; yeni formlarda da yaşatılabilir. Pandemi döneminde, apartmanlarda birbirine yardım eden insanlar bize bunu gösterdi. Gençler, yaşlı komşularına alışveriş yaptı; kimi apartmanlarda dayanışma ağları kuruldu. Demek ki, mahalle ruhu hâlâ dipdiri, sadece uykuda.
Bugün bazı şehirlerde mahalle bostanları, gönüllü dayanışma grupları, hatta “komşuluk festivalleri” düzenleniyor. Bunlar küçük ama anlamlı adımlar. Çünkü mesele eskiyi birebir kopyalamak değil, yeni zamanlara uygun “mahalle ruhunu” yeniden üretmek.
Sokaklar Susmasın
Mahalle kültürünü kaybetmek, sadece bir geleneği yitirmek değil; aynı zamanda toplumsal bağlarımızı, güvenlik ağımızı ve ortak kimliğimizi de kaybetmek demektir. Çocukken kırdığımız bir cam için hep birlikte para biriktirmemiz ne kadar anlamlıydıysa, bugün de birlikte yaşamı onarmak o kadar anlamlı.
Sokaklar konuşmayı bırakırsa, biz de susarız. Ve suskun bir toplum, aslında en büyük kaybını yaşamış demektir.