Sevgi GÖL

Tarih: 01.12.2025 20:00

Unutulan Zanaatkârlık: Emeğin Kıymeti Neden Erozyona Uğradı?

Facebook Twitter Linked-in

Bir zamanlar insanın elinin değdiği her şeyin bir ruhu olduğuna inanılırdı.Bir sandalyenin bacağı eğrilirse ustanın eli titremiştir derlerdi, bir kilimin deseninde küçük bir hata varsa dokuyan kadının o gün düşünceli olduğuna yorulurdu.Yaptığımız şey, yapanın içini taşırdı; malzeme sadece malzeme değil,insanın sürekliliğiydi. Şimdi ise elimizi nereye atsak bir hız, bir telaş, bir “bitse de gitsek” hissi var. Yaptığımız çalışmayı değil, bitirip kurtulmayı düşünüyoruz.Emeğin kıymeti neden erozyona uğradı diye sorduğumda,aslında cevabı hepimizin içinde dolaşan bu acelecilikte buluyorum.
Eskiden bir ustanın dükkânına girince vakit yavaşlardı.Bugün ise alışveriş bile hızlı, konuşmalar kısa, dokunuşlar yok.Bir marangozun bir sandalyeye verdiği emek,bir terzinin elbisenin eteğinde bıraktığı ustalık,bir bakırcının kazanda yıllar boyu biriktirdiği ritim. Bunların hepsi hem işti hem kimlikti.Şimdi kimse kimliğini el emeğine bağlamıyor. İş, zaman kaybı; emek masraf; sabır gereksiz gibi görülmeye başlandı.Çünkü çağın bize fısıldadığı bir cümle var:“Hızlı ol, yoksa geride kalırsın.”Bu hız baskısı ilk önce emeği öldürdü.
Ama mesele sadece hız değil. Asıl problem, değerin ölçüsünün değişmiş olması. Bugün bir şeyin değerini fiyatıyla ölçüyoruz,ömrüyle değil.Bir ustanın yaptığı bir sandalye kırk yıl kullanılabilir ama fiyatı pahalıysa gözümüze değmez; öte yandan iki yıl kullanılmadan dağılan seri üretim bir eşyanın fiyatı uygunsa gönlü rahatlatır. Çünkü kıymeti, dayanıklılıkta değil,ulaşılabilirlikte arıyoruz.Ucuz olanın arkasında ne kadar yorgun bir emek sömürüsü olduğu, ne kadar kayıp bir zanaatkârlık biriktiği kimsenin umurunda değil.Bir koltuk alırken “kaç yıl dayanır?” diye sormuyoruz artık; “kaç taksit?” diye soruyoruz.
Zanaatkârlığın unutulmasının bir başka nedeni de,emeğin görünmez hâle gelmesi.El yapımı bir eşya eskiden “yapan kişiyle bağlantı” demekti;şimdi ise markanın gölgesinde kalan bir etiket. Bir işin arkasında kimin eli var,ustanın adı kim, hikâyesi ne.Bunların peşine düşmeyi bırakalı çok oldu. Emeği tanımıyoruz ki değerini bilelim.Tanımadığımız şeye kıymet vermemek de tuhaf sayılmaz.
Bir de şu var:Değer dediğimiz şey, nesilden nesile aktarılan bir hafızadır.Fakat bu hafıza kırılıyor artık.Gençlere “usta ol” dediğimizde onlara cazip gelen bir gelecek sunamıyoruz.Bir zanaatı öğrenmek yıllar sürerken, kısa videoların dünyasında her şey “şipşak”.İnsan uzun yola sabretmek yerine kestirme yollar arıyor.Kimse yıllarını bir tekniği mükemmelleştirmeye ayırmak istemiyor.Halbuki eskiden bir usta yanına çırak aldığında,ona sadece iş öğretmez;adabı,hayatı, karakteri de aktarırdı.Bugün iş öğrenilir, ama zanaat aktarılmaz oldu.Çünkü zanaat kültür işidir;kültür de hızla aşınan bir şeydir.
Emeğin değer kaybetmesi aslında insanın kendi değerini unutmasıyla bağlantılı.Ne kadar çok hazır ürün kullanırsak,bir şey üretmenin verdiği tat o kadar yabancılaşıyor bize.Bir şeyi ellerimizle yapmak,yavaş yavaş inşa etmek,sonucunu beklemek.Bunların hepsi bizi insan yapan özelliklerdi. Şimdi sabırsızlık başarı, hız verimlilik, “hemen olsun” çağın sloganı hâline geldi. Böyle bir çağda el emeği, karakterli iş, uzun emek verilen üretim doğal olarak kıymetini yitiriyor.Çünkü çağ bize diyor ki: “Ne kadar az emek, o kadar iyi.”
Ama işte tam bu noktada durup düşünmek gerekiyor. Biz gerçekten emeği mi unuttuk, yoksa emeğin bize kattığı derinliği mi?Belki de mesele sadece bir bakırcının, bir terzinin, bir marangozun yok oluşu değil;insanın kendi emeğine duyduğu saygıyı kaybetmesi.Emek, eninde sonunda insanın kendisiyle kurduğu bağdır.Bir işi bitirmek değil, bir işte var olmak meselesidir.O yüzden bir zanaatı kaybetmek, aslında kendimizden bir parçayı kaybetmektir.
Bugün hâlâ bir ustanın çalışmasını izlediğimde bir taşın üzerine sabırla şekil verirken,bir kumaşın kıvrımlarını düzelterek dikerken,bir bakırın üzerinde ritim tutarken bir şey fark ediyorum:Emeğin unutulduğu bir çağda, zanaatkâr hâlâ zamanı yavaşlatmayı başarıyor.Bize hatırlatıyor: İnsan aceleye gelmez.Kalite aceleye gelmez.Duygu aceleye gelmez.Hatta hayat bile aceleye gelmez.Belki de emeğin kıymetinin erozyona uğramasının sebebi budur: Biz kendimizi hızlandırırken hayatı yavaşlatan her şeyi kenara ittik.
Ama itiraf etmek gerekirse, insan kalbi hâlâ emeğe karşı bir özlem taşıyor.Bir eşyanın üzerinde el izini görmek, bir ustanın sesini duymak, bir işin ruhunu hissetmek. Bunların hepsi bize şunu fısıldıyor:“Kıymet, hızda değil; izde saklıdır.”
Zanaatkârlık unutuluyor olabilir,evet.Ama belki de unuttuğumuz şey zanaat değil; insana dokunan, sabırla süzülen, karakter kazandıran o derin emek duygusu.Eğer bir gün yeniden büyüyecek bir değer varsa, bu teknoloji değil, hız değil, parlaklık değil.İnsan elinin, insan kalbinin bıraktığı o eski, sadık izdir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —