Orhan BOZKURT


ÜÇAYAKLI TERAZİ

.


İnsanoğluna; yaratılıp dünyaya gönderildiği günden kıyamete kadar, ihtiyacı olacağı birtakım duygular verilmiştir. Bunların başında adalet, vicdan ve ahlak gelmektedir.

Kendi içimizde temellendiremediğimiz bu üç duygunun bizden sonraki nesle aşina olmasını beklemek yine kendimizi aldatmaktan öte bir yön olmayacaktır. Yine kendi benliğimizde inşa edemediğimiz ahlak, vicdan, adalet duygusu topyekûn bir topluluğun kaderine doğrudan etki edecek ve toplumsal bozulmalar bu sayede baş gösterecektir.

Şimdi bu durumlara farklı bir bakış açısı ile yaklaşmak istiyorum.

Mahallenin çorbacısının ahlaken bozuk bir halde yaşam sürmesi, onun kaynatacağı çorbadan nasiplenen mahallelinin kanında manen bozukluklara sebebiyet verecektir. Yine bir mahalle fırınından çıkan ekmekleri düşünün, evlerimizde kurduğumuz sofralarda hemen ilk sırayı alıverirler. Böylelikle her birimiz dolaylı yoldan bir ustanın elinden nasiplenmiş bulunuyoruz. Usta baş aktördür. Eğer ki o fırında ekmek, halis bir niyetle pişirilmemişse,  soframızda bulunan aş, içimizde kaskatı bir taşa dönüşecektir. Bizim medeniyetimizde, aş pişirilirken şifa niyetine söylenen duaları her birimiz yine aile efradımızdan dinlemişizdir.

 Biraz daha bilimselleştirirsek;  hamilelik döneminde annelere, uzmanlar tarafından bir takım kıymetler aktarılır. Mesela yenilen, içilen şeylere hassasiyet göstermeleri hatta dinlenecek müziğin doğacak çocuğun yaşamında etkilerde bulunacağı... Bu haliyle tüketilen gıda insan fizyolojisine etkide bulunduğu gibi ruhsal yapımızda da birtakım durumlara sebebiyet verecektir.

Yine uzunca zamandır sancısını yaşadığımız, insandaki adalet duygusuna da şöyle bir örnek vermek istiyorum. Ahilik geleneği ile terbiye edilmiş bir esnaf;  tarttığı ürünün olanca ağırlığı altında kalmamak adına kullandığı kese kâğıdının aynısı terazinin öbür tarafına da koyarak dengeyi korumak durumundadır.  İşte bu yönde tesis edilen adalet önce bir mahalleyi sonra bir şehri ve topyekûn bir ülkeyi etkisi altına alabilecektir. Bizler vicdanen kendimizi olgun bir kararlılıkla sorgulamamız gerekir. Bazı davranışlarımıza ve toplum içinde bulunduğumuz bir takım eylemlere kendi iç dünyamızda ruhsal anlamda bir reaksiyon gösteririz çünkü.  ’’Acaba bu şekilde davranmasaydım daha mı iyi olurdu?’’ gibi sorularla zaman zaman kendimizi karşı karşıya buluruz. Sebep şudur;  yaratılışımızla genlerimize kodlanan kurallara aykırı davranışlarımıza karşılık iç dünyamızın uyarı vermesidir. Bu iç ses bir fren mekanizmasıdır ve yaratılış itibari ile insanın biyolojik yapısına kodlanmıştır.

Konuyu şu haliyle toparlayacak olursak her davranışımız sonucu içimizde bir üçayaklı terazi kurulur. Ve sebep olduğumuz fenalıklar bu terazinin sehpasına çıkarılır. İyilikler de çıkarılır. Layık olduğu şekliyle bu durumdan adil bir netice alınır. Sonra vicdanımız bize bir şekilde seslenir. Eğer netice iyi yönde şekil almışsa gönlümüz ilkbaharın huzuru ile çalkalanır. Eğer aksi yönde fenalığa kalkışmışsak vicdanımız bizi rahat bırakmaz. İçimizde fırtınalar kopmaya başlar ruhsal manada huzursuzluk hücrelerimizin her birini etkisi altına alır. Böylelikle toplumda yaşanılan her iyi ve kötü olay bir silsilenin sonucu olarak meydana çıkmış olur.

Eğer bir toplumda işler iyi gitmiyorsa ve nihayetinde bizler bu durumdan olumsuz etkileniyorsak evvela kendi iç dünyamızdaki üçayaklı terazinin sesine kulak verelim…

Bugün ekmek nasıl pişirilmiş, çorba nasıl kaynamış?

Sevgi dileklerimle, esen kalın.