1853 Kırım Savaşı sonrasında Osmanlı devlet yönetimi, toplum yapısı önceleri Tanzimat[1] sonra Islahat fermanlarıyla hukuksal değişim ve dönüşüme uğradı[2]. Hukuki, kültürel, iktisadi gelişmeler olurken Fransız İhtilali sonucu gelişen, Rusya Panslavizm politikalarını geliştirerek Ortodoks halklar üzerinden operasyonlar yapıyor, Avusturya Macaristan İmparatorluğu kendine yakın halkları kışkırtmaya devam ediyordu. Din, milliyet ve milliyetçilik fikirleri Balkanlarda toplumsal kırılmalara sebep oldu. Bu gelişmeler sonucu zor günler, zor aylar, zor yıllar yaşandı. Balkanlar cadı kazanı gibi kaynıyor, Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan bağımsızlıklarını elde etmek veya Osmanlıdan toprak koparmak için her kötülüğü yapıyorlardı.
1854 yılından itibaren alınan borçlar vaktinde ödenmediği, katlanarak büyüdüğü, 1875’lerde devletin iflas etmesine sebep oldu[3]. Bu dönemde en büyük kazancımız Karadeniz’de güçlü bir donanma bulundurmaktı. Çünkü Ruslar Karadeniz’de donanma bulunduramayacaklardı.
Dönemin karmaşası içinde 4 Haziran 1876 tarihinde Sultan Aziz’in ölümü, yerine geçen IV Murad’ın kısa sürede tahtan uzaklaştırılması 31 Ağustos 1876 tarihinde Sultan II. Abdülhamid’in tahta geçmesiyle durulur gibi oldu.
II. Abdülhamid ciddi problemlerle karşı karşıyaydı. Tecrübesi az, devlete hâkim güçlerin etkilerinin çok olması sonucu 23 Aralık 1876 tarihinde I. Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyetin ilan edildiği saatlerde Tersane Konferansı toplanmış Osmanlı devletinden Karadağ, Sırbistan gibi bölgelerde bir takım isteklerde bulunuyordu. 20 Ocak 1977 tarihinde Tersane konferansı olumsuz neticelendi. Ufukta Türk- Rus Savaşı belirdi[4].
Nüfus Durumu:
Osmanlı devletinin 1877 yılında nüfusu dış etkenler nedeniyle isyan ederek bağımsızlığını sağlamaya çalışan bölgeler dâhil 40 milyona yakında. İsyanlar, askerlikten muaflar çıkarıldığında 10-12 milyon nüfus ortaya çıkıyordu ki askeri kaynağı kadardı.[5]
1826 yılından sonra çıkarılan ve değişime uğrayan askerlik kanununa göre Hıristiyanlar yılda 37 kuruş vererek askerlikten muaftı. Tedbirsizlik ve kararsız oluşumuz yüzünden Hıristiyan tebaamız şöyle dursun, devletimiz, Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi Müslüman kavimlerden olduğu halde vatanın savunulması ve İslamiyet’in muhafazası, şurada 12 milyon Türkçe konuşan ahalimizin himmetli omuzlarına yüklendi. İstanbul, Girit, Arabistan, Kürdistan, Bosna-Hersek askerlikten muaf olanlardı. Geriye kalan Türkler askerlikle yükümlüydü.[6]
Rus nüfusu 97 milyon civarında olup askerlik çağına gelen tüm vatandaşları askerlik yapmakla mükellefti. Dolayısıyla Rus askeri kaynakları Osmanlıya göre yaklaşık 9 kat fazlaydı.[7]
Askeri Durum:
1869 yılında yapılan düzenlenmeyle ordu; Nizamiye, Redif ve Müstahfız olmak üzere üç kısma ayrılmıştı. Askerlik süresi 20 yıldı. Bunun 6 yılı Nizamiye, 6 yılı Redif ve son 8 yılı Müstahfızlıkta geçecekti. Ordunun eğitim durumu ise ciddi sorunlar taşıyordu. Taburları sevk ve idare edecek yetenek ve nitelikte küçük rütbeli subay sayısı oldukça azdı. 20.000 subay kadrosuna karşılık Harp okulundan mezun piyade ve süvari subayların sayısı 1600 idi. Bu mevcut diğer sınıflarla birlikte 2000 civarında olup ordunun diğer subayları alaylıydı[8]. Bunların büyük bir kısmı okuma yazma bilmiyordu. Kurmay subay sayısı 132 idi. Yüksek rütbeli tugay ve tümen komutanlığına yükselmiş, hatta Mareşal rütbesindeki paşalardan okuma yazması olmayanların bulunması ciddi problemler oluşturuyordu.[9]
Düşük eğitimli subaylardan oluşması karargâhlarda ciddi sorunlar çıkarıyor, askerlerin sevk ve idaresinde, haritaların değerlendirilmesinde, harekât emirlerinin ve raporların yazılması ve okunmasında problemler oluyordu.[10]
Savaşta lazım olacak haritalarımız bile yoktu. Olan da Alman Kipert’in coğrafya haritasından büyütülerek elde edilmişti. Ardahan, Bayezid, Karakilise ile ilgili henüz tamamlanmamış haritaların ortaya çıkardığı sıkıntılar yaşanıyordu. Bölgedeki fiziki şekiller, engeller, akarsular, bataklıklar ve mesafeler hakkındaki bilgiler yetersizdi.[11]
Rus ordusuna gelince; büyük oranda subaylar Rus Askeri akademilerinden, harp okullarından, askeri ve sivil liselerden mezun olanlardan sınavla alınanlardan teşkil edilmişti. Ayrıca teskere bırakanlardan seçilen astsubaylar görev yapıyordu.
Harp okullarından yetişmiş olanlar teorik ve pratik bilgiye sahiptiler. Diğer kaynaklardan gelenler zamanla savaş meydanlarında tecrübe kazanmış subaylardı. Rus ordusunda subayların %40’ıharp okullarından mezundu. Ordu kadrosunda bulunan 25.000 subaydan 10.000’i Harp Okulunu bitirmiş, geri kalanı yukarıda belirtilen şekilde sınavlara girerek başarılı olanlardan subay yapılmıştı. Ruslar, bu eksikliği gidermek ve subayların bilgilerini yükseltmek amacıyla uygulamalı kurslar açmanın yanı sıra alay seviyesinde tüm birliklerinde kitaplık kurmuştu.
Birlik komutanlarının çoğu askeri akademilerden yetişmiş yetenekli kurmay subaylardı. Bunun sonucu birliklerin taktik sevk ve idaresi genelde başarılıydı.[12]
Cepheye sevk edilecek silah, cephane, gıda ve giyecekler için yeterli sayıda Deve, Katır, kağnı arabası, mekkâre yoktu. Bu nedenle nakliye işleri doğru dürüst işlemiyordu.[13]
Ruslar savaş başlamadan Kars, Ardahan ve civar köy ve kasabalardan zahireleri satın alıp depoladıkları halde Samih Paşa tarafından önlemeye yönelik tedbirler alınmamış böylece ile gıda konusunda Ruslar rahat ederken Türk ordusu ve yöre halkı ciddi sıkıntılara düşmüştü.[14]
Savaş demek ölü, yaralı ve cephane, silah demektir. Bir ordunun her zaman olmazsa olmazı sağlık personelidir. Bu doktor, hemşire ve ilaçla ilgilidir. 93 Harbinde ne yazık ki Osmanlı Ordusu bu üç elemandan ciddi anlamda mahrumdu.