Orhan Yıldırım


Bu ananın kanı helaldir

Kurban Bayramı namazı çıkışında kocası köy meydanındaki caminin kapısı önünde Camışoğulları’nın on üç yaşındaki oğlu Mehmet’in eline tutuşturulan tabancadan çıkan dokuz kurşunla can vermişti.


Kurban Bayramı namazı çıkışında kocası köy meydanındaki caminin kapısı önünde Camışoğulları’nın on üç yaşındaki oğlu Mehmet’in eline tutuşturulan tabancadan çıkan dokuz kurşunla can vermişti. Pakize yedi yaşındaki kızı Narin ile ortada kalmıştı.  Komşu köyden ilk eşinden çocuğu olmayan İsrafil ile evlendirilen Pakize’nin bir yıl sonra oğlu oldu. Babası ismini Cebrail koydu. İsrafil oğlunun şerefine ve Allah’a şükür olarak koç kurban etti. 

Cebrail, yuvarlak yüzlü, kocaman gözlü, kepçe kulaklıydı. Kulakları babasına çekmişti. Pakize, düğünden sonra kocasının evine taşınmıştı. Kocası, celepti.  Köyleri, çevre illerin hayvan pazarlarını dolaşıp inek, tosun, koyun, satımı yaparak geçimini sağlıyordu. Köydeki en güzel ev onunkiydi. İki katlı, bahçesinde mısır, ayçiçeçiğinin yanı sıra yeşil fasulye yetiştiren eve; Zencefil’in üzerine kuma gelmişti Pakize. Zencefil de Karayazı’nın bu şirin, küçük, kıraç köyüne başka bir köyden gelmişti. Çocuk sahibi olamamanın ezikliğini yaşayan Zencefil,  kumasının çocuklarını kendi evladı gibi görüyordu. Çocukları seviyordu ama bir çocuk dünyaya getirip emzirememişti. Komşuları ve akrabalarının tabiriyle ‘kısırdı’. Kaderciydi, ‘Allah’ın bildiği vardır elbet. Hazinesi sonsuz olan Allah bana kanımdan, canımdan evlat vermediyse de iki tane çocuğum kadar sevdiğim evlat verdi. Üvey de olsa evlat evlattır” diyordu içinden. 

Zencefil ve Pakize kardeş gibi birbirlerini seviyordu. Ev işlerini, hayvanların bakımını ve tarla işlerini birlikte coşku içinde yapıyorlardı. İsrafil sık sık Erzurum il merkezine Bingöl’e, Ağrı ve Diyarbakır’a hayvan alım satımı için gidiyordu. Cebrail’e düşkündü İsrafil. Evde olduğu zamanlar Cebrail ile zaman geçiriyor. Oğluna en güzel kıyafetleri, oyuncakları alıyordu. Üvey kızını çok sevmiyordu. Kendisine erkek doğurduğu için Pakize’nin hatırına üvey kızına da ucuzundan elbise, toka satın alıyordu. 

Narin, kardeşini çok seviyor, kucağında taşıyıp, onunla oynamaya aklı gidiyordu. on üç aylık Cebrail’de ablasının ilgisiyle şımarıyordu. Üvey ablasının kucağında taşınmaya alışık olan Cebrail, annesinin kucağında ağlıyor huysuzluk ediyordu. Meralarıyla ünlü bu dağ köyünde Narin, zamanının çoğunu Cebrail ile geçiriyordu. Ev işlerinde üvey annesiyle, annesi çalıştığı için Narin’e sadece kardeşiyle oynamak düşüyordu. İsrafil, yine Diyarbakır’a inek ve tosunları satmak için gitmişti. Zencefil, Narin ile Cebrail’in oynamalarını tebessümle izliyordu. İçinin derinliklerinden gelen çocuk sahibi olamamanın kıskançlığı kalbine hançer gibi saplanıyordu. Bir çiçeği sever gibi çocukları seviyordu. Narin ve Cebrail’in kahkahaları kıskançlığın ateşini körüklüyordu. 

Pakize, Zencefil’e ‘abla’ diye hitap ediyordu. Zencefil’den üç yaş küçük olan Pakize, ‘Abla’nın üzerine kuma gelmesinin ezikliğini yaşıyordu. Zencefil ise Pakize’nin ezikliğine dayanamıyor, üzülüyordu. Pakize ne kadar genç, zinde, ve alımlı ise Zencefil’de en az o kadar güzel ve alımlıydı. İsrafil karılarının güzelliğiyle gizliden gurur duyuyordu. “Zencefil’den keşke bir oğlum olsaydı. Kısır olmasaydı da Kucağıma bir erkek çocuk verseydi. Zencefil’imin bir yanı eski köy camisinin mihrabı gibi yıkık olmasaydı.” diye içinden sıkça geçirirdi İsrafil. Olmuyordu. Günün birinde Zencefil’den bir oğlu olursa ismini Mikail koyacaktı. Aslında dört büyük melekten olan Azrail’in ismi kulağa ne kadar hoş gelse de bir çocuğa, bir insana verilecek isim değildi. “Azrail’ ismi olmaz. Azrail can alırdı. Köydeki şeyhden öyle duymuş, öyle öğrenmişti. İsrafil, Diyarbakır’ın bunaltıcı sıcağında canlı hayvan pazarında aklından bunları geçirirken, Narin’de Cebrail’i evlerinin balkonunda kucağında güneşlendiriyordu. Ablasının kucağında emziğiyle oynarken düşen emziğini yakalamak isterken Narin’in kucağından düştü. Yaklaşık beş metre yükseklikten toprak zemine kafası üstü düşen Cebrail kanlar içerisinde kaldı. Narin’in çığlıklarına koşan Zencefil, balkondan aşağıya baktığında Cebrail’i kanlar içerisinde gördü. Narin, kardeşini kucağından düşürmenin şokunu yaşıyordu. Zencefil, korku ve panik içerisinde, “Pakize…Kız Pakize yetiş. Cebo öldü. Cebo öldü.” Çığlığı atarak sokağa fırladı. Pakize de çığlık üzerine sokağa fırlamış, oğlunun küçük kanlı bedeninin kolları arasına almıştı. Göğsüne bastırıyordu oğlunun cansız bedenini, “Cebo, Cebrail’im kurban olayım sana hele bir canlan, hele bir gözünü aç. Oğlum, aslanım ne olur ölme. Sana bu kötülüğü kim yaptı. Bize bu kötülüğü hangi zalim yaptı. Komşular yetişin, Zencefil abla yetiş.”  

Zencefil ve Pakize’nin çığlıklarına komşular, akrabalar yetişmiş herkes Cebo’nun başında ağıt yakıyordu. Narin balkonda taş kesilmişti. Balkondan aşağıdaki kopmuş olan kızılca kıyameti gözyaşı içinde izliyordu. 

Pakize, Cebo’nun cansız bedenini gözyaşları, figanlar içerisinde evin içerisine taşıdı. Oturdukları büyük odanın ortasına Cebo’nun cesedini bırakan Pakize, sinir krizi geçirdi. Bu sırada odaya panik içerisinde giren İsrafil’in küçük kardeşi Mikail, yeğenin ölüsünü yerde görünce, ağlamaya, öfkesinden çevresindeki eşyalara zarar vermeye başladı. Yengeleri Zencefil ve Pakize’ye titreyen ses tonuyla, “Vay ben öleydim. Vay ben kurşunlara geleydim. Cebo’m bebeğim seni kim bu hale getirdi. Hele bir konuş bana seni kim öldürdü. Söyle ki kanını yerde bırakmayayım. Soyumuzun, neslimizin, dölümüzün yiğidi Cebo’m kurban olayım gözünün bebeğine n’olur gözünü bir aç. ” Bir süre Cebrail’in başında ağıt yakan Mikail, aniden aklıma gelmiş gibi cep telefonuyla ağabeyi İsrafil’i arayıp, Cebrail’in ölümün haberini hıçkırıklar içerisinde verdi. İsrafil’le ateşli bir şekilde konuşan Mikail telefonu Pakize’ye uzatarak, “Ağabeyim seninle konuşmak istiyor. Al konuş.” diyerek yengesine verdi. 

İsrafil, haykıran, acılı ses tonuyla ahizenin öteki ucundan, ”Oğluma, canıma, Cebo’ma n’oldu. Oğlumun öldüğünün yalan olduğunu söyle. Kim bana bu kötülüğü, bu kalleşliği, düşmanlığı yaptı. Çabuk söyle. Mikail’in söylediği doğru mu?… Ana, kız bir oldunuz oğlumu öldürdünüz. Oğlumun canına can, kanına karşı kan istiyorum. Aha şimdi yola çıkıp köye geliyorum. Allah’ını seviyorsan, beni seviyorsan, hayatını seviyorsan Narin’i öldür. Ellerinde o küçük kahpeyi lime lime et, parçala, kanını iç. Yoksa ben köye vardığımda Narin’i de seni de köy meydanında aleme ibret olsun diye kafanıza sıkacağım.” Telefonu Pakize’nin yüzüne kapattı. Pakize hızla eve girdi. Ağlamaktan sesi kısılmış Narin’i  oturma odasında karşısında görünce Pakize kendini kaybetti. Narin’in korkudan beyaza dönmüş yüzüne rast gele şamar attıktan sonra yumrukladı. Ardından köşedeki dikiş makinasının üzerindeki makası alarak kızının göğsüne, karnına sapladıktan sonra son darbeyi gırtladığına sapladı. Narin’in kanlar içerisinde delik deşik bedenin başında oturup, kızının cansız bedenine nefretle bakan Pakize, ağlamaya başladı. Odanın bir köşesinde kumasının kanlı cinayetini sessiz izleyen Zencefil’in gözlerinden iki damla yaş sızdı. Pakize, oğlunun kanlısı olarak kızından hıncını almıştı. Oğlu, kızı ve eski kocasının kanıyla toprak bir kez daha öfkeyle yıkanmıştı. Pakize kan damlayan makası kızının cesedi üzerine attı. Kızının kanlar içerisinde delik deşik olmuş cesedinin yanına oturdu. Kan içerisindeki siyah saçlarını okşadı, üzerine kapanıp ağladı. Zencefil, kumasının yanına usulca yaklaşıp, Narin’in cesedini başıyla işaret ederek, “Bunu ne yapacağız. Kimseye göstermeden ortadan kaldırmamız lazım. Candarma, hükümet duyarsa seni asarlar.”  Pakize, hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı. Kızının kanıyla kızıla boyanmış elleri, giysilerine aldırış etmeden, “Abla tandıra gömelim. Hiç kimse orada Narin’imi bulamaz.”  

İki kadın Narin’in kan gölüne dönen odadan küçük, cansız bedenini karga tulumba taşıyıp tandıra gömdüler. 

Mikail, uzaktan haber gelecekmiş gibi dalgın bakışlarını köyün dışına çevirmişti. Sigarasının biri bitmeden diğerini yakıyor, kendini yerlere atıyor, toprağı tekmeliyor, küfürler savuruyordu. 

Pakize, kızını gömdükten sonra odasına çıkıp kanlı giysilerini değiştirdi. Banyoda elini yüzünü soğuk suyla yıkadı. Oturma odasına yeniden girdi. Zencefil, odanın ortasındaki kanlı halıyı kaldırmış, çevreye ve duvarlara sıçramış kan lekelerini yıkayıp, silmişti. Cebo’nun sararmış, kurumuş kanlı yüzüne son kez baktı. “İsrafil gelmeden gitmeliyim. Evet İsrafil gelmeden yıkılası bu evi, viran olasıca köyü terk etmeliyim. Oğlum öldü, kızım öldü. Yo hayır kızım ölmedi. Kızımın katili oldum. Kızım da oğlumun katili oldu. Ah… Bu ne acı, İsrafil kanıma girdi kızımın kanlısı oldu. Allah’ın huzurundan çıkışta kocamın katili Camışoğulları oldu. Kanla kanın yıkandığı kalleş dünya. İnsanın damarlarında akan kana açlık çeken toprak, körpe çocuk bedenleriyle semiren toprak ne zalimsin. Lanet olsun toprağa, lanet olsun kana doymak bilmeyen insana. ” 

Karanlık çökmek üzereyken Pakize kucağında Cebo’nun ölüsüyle yeniden odasına çıktı. Cep telefonuyla jandarma karakol komutanlığından nöbetçi subayla kısa bir süre kısık sesle görüştü. Cebo’nun cesedini öptü, kokladı, kucağına alıp bağrına bastı. Giysilerini değiştirip, karanlığın çökmesiyle kimseye görünmeden odasından sessizce çıktı. Kocasının sırt çantasını omuzlayıp, ahırda tezeklerin altında saklı olan şarjörsüz keleşi alarak köyün dışına çıktı. Ay ışığında derin vadiden geçerken, kurşun sesleri ve izli mermilerin arasında Pakize son nefesini verdi. 

Jandarma komando tim komutanı Üsteğmen Tayfun ve üç korucu günün ilk ışıklarıyla arazi arama tarama faaliyetini icra ederken karanlıkta ‘Teslim ol’ uyarısına uymadığı için vurdukları teröristin(!) cesedini buldu. İsabet eden kurşunlarla göğsü ve kafası parçalanmıştı Pakize’nin. Tim komutanı delik deşik olan kanlı sırt çantasından Cebo’nun ve Narin’in elbiseleri ile kareli defter kağırdına kurşun kalemle yazılmış mektup çıkarttı. Örgüte ait önemli belge ele geçirdiğini düşünerek, mektubu ayakta sessizce okuyan tim komutanının rengi sarardı, nefesi daraldı. Tayfun Üsteğmen’in gözünden iki damla yaş Pakize’nin cesedine damladı. Derin bir nefes aldıktan sonra tim komutanı mektubu bir kez daha sesli seslice okumaya başladı, “Ben bir anaydım. Çocuklarım ve mutlu bir yuvam vardı. Felek ocağıma ateş saldı. Kızımı ve kocamı töreye kurban verdim. Aşiret ve töreye bırakmadan kızımı küçük Narin’imi ellerimle öldürdüm. Yoksa bir kahpe gibi sokak ortasında kızım üvey babası ya da amcası tarafından köy meydanında öldürülecekti. İntihar etmek istedim. Kızımı öldürdüğüm kadar cesur olamadım.  Oğlumun cesedini odamda babasına bıraktım. Kızımı kumamla tandıra gömdüm. Benim katilim ne devlet, ne askerdir. Katilim töredir, aşirettir, kocamdır. Bilin ki bu ananın kanı size helaldir.”   

                                             SON