14 Mayıs 1789’da toplanan ilk toplantıya vezirler, ulema, ayan, müderrisler, kadılar, yeniçeri ağaları katıldı. Gündem devletin içine düştüğü iç ve dış tehditlerdi. Toplantıda bu konular konuşuldu.
Padişah III. Selim konuşmasına önce iç gailelerden başladı. “Her vilayette İstanbul’dan tayin edilen valiler kendi başlarına buyruk, zaman zaman gönderilen emirleri dinlemez olmuşlardı. Ayan başka bir dertti. Halkın ayandan şikâyetleri bitip tükenmiyordu. Rüşvet almış yürümüştü; zengin haklıydı, fakir haksız. Kadılara rüşvet verilmedikçe mahkemelerden karar alınamıyordu. Eyaletlerde devletin malını çalmayan yoktu. Yeniçeri ocağı baştanbaşa bozulmuş, önüne gelen ocaklı görünerek ulufe alıyor, sefer zamanı askerden kaçıyordu. Donanma perişandı. Sefer zamanı etraftan toplanan serseriler, dilenciler, işsiz güçsüzler gemilere dolduruluyor ve bunlar güya donanma neferi oluyordu”.
Sultan bunları söyledikten sonra toplantıya katılanların her birinin yüzüne bakarak sordu. “Paşalar, ağalar ne derler?” Meclise katılanların çoğu yolsuzlukları yapanlar, oturdukları mekânları kötüye kullananlar, devlet malını çalanlar rüşvet alanlardı. Hiçbiri ağzını açmaya cesaret edemedi. Açsalar “şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler” misali ne söyleyebilirlerdi? Mecliste uzun süren sessizliği yine Sultan bozdu. Reis-ül Küttaba dönüp “Sen söyle, Reis Efendi” diye buyurdu. Meclise gelmeden evvel Reisle Sultan herhalde konuşup anlaşmışlardı ki, Reis hiç durmadan anlatmaya başladı. Sultan Selimin programını izah ediyordu.
Sultanım diye söze başlayan Reis “Padişahımızın emrini dinlemeyen paşalara, valilere aman vermeyelim. Bozuk adalet sistemini düzeltip rüşveti ortadan kaldıralım. Hazinede para yok, çünkü toplanan vergiler eyaletlerde çalınıyor. Para bulabilmek için akçenin ayarı bozuldukça halk bize düşman oluyor. İlk işimiz bu hallere mani olmak olsun”.
Mecliste sessizlik devam ediyordu. Reis devam etti. “Sultanım mevcut yeniçerilerle ve sipahilerle küffara galebe çalma imkânı kalmadı. Her tutuştuğumuz harp bizim için hüsranla bitti. Donanmaya gelince, karasularımızda düşman gemileri yelken şişiriyorlar. Sultanım, af buyurun ama atalarımızdan Size miras kalan devlet batmak üzere.”
Selim bu sefer Rumeli Kazaskeri Hamidizade Mustafa Efendiye döndü. “Hocam siz ne buyurursunuz?” Sultanın gençliğinde hocalığını yapmış olan kazasker lafını hiç esirgemedi. “Sultanım, tebaanızın çektiğini bir kendileri bilir bir de Allah” diyerek söz başladı. “Kanun zengine başka, fakire başka, gayri kanuni vergiler altında ezilen ezilene, Ahlaksız, hayâsız insaf bilmez vergi tahsildarları halkın kanını emer, Ordumuz ise yeni harp sanatına bigâne. Sultanım cülusunuzdan beri geçe geçe bir ay geçti, Bunların hiç birinin vebali, günahı tabii ki sizin değil, ama çare bulmazsanız, günahı vebali sizin boynunuzdadır.”
Bu konuşmalar üzerine başkaları da benzer şeyleri konuştuktan sonra Sultan son sözü söyledi: “Bütün bu yanlışları, kötülükleri düzeltmezsek, kanun ve şer-i şerif üzere hareket etmezsek, Orduyu ıslah, devlete hıyanet edenleri tedip etmezsek Devlet-i Aliyenin inhitatı kaçınılmaz olur. Bir Nizam-ı Nev, bir Nizam-ı Cedit lazım ve bunu elbirliğiyle yapmalıyız.”
İşte bu meşveretin sonucunda Nizam-ı Cedit kurulmuş, yapılacak ıslahatlarının önü açılmış oldu.
Kaynak: Fuat Andıç, Süphan Andıç, Osmanlı İmparatorluğunda Islahatlar. Ankara, 2013.