Orhan DURMUŞ


ZAMANA KARŞI

.


Zamana karşı verdiğimiz mücadeleyi asla kazanamayacağız…

 

Hayat bir bakıma zamana karşı verilen mücadelenin adıdır ama kaç kişi bu mücadelenin farkında ya da kaç yaşından sonra bu mücadelenin farkına varıyoruz. Zaten bir ölçü birimi var ise az ya da çok bir son var demektir. Bu sonun farkında mıyız?

Zaman veya vakit, ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan bir süreklilik. Zaman kavramı, tarih boyunca felsefenin ilgi alanlarından biri olmasının yanı sıra matematik ve fizik çalışmalarının da önemli alanlarından biridir. Hatta en büyük matematiktir bence…

İşte bazı kaymaklardan zaman teorileri

 

“Zamana dair düşünceler, zaman zaman akıllara düşer ve zaman içerisinde diğer düşüncelerden ilham alarak kendini geliştirir. Eski çağ filozofları yalnızca yaşam ya da topluma değil, zamana da kafa yordular. Mitolojiler bu evrensel gizemin işleyişine kendilerince açıklamalar getirmeye çalıştılar. Sözgelimi bu sabah işinize ya da dersinize giderken sizler de zamanın önemine -belki de farkında olmadan- bir kez daha vakıf oldunuz.

Zamanın ne olduğuna, nasıl işlediğine dair geliştirilmiş kuramlar ve düşüncelerden derlenen 10 temel fikri sizlere sunuyoruz. Fikirler bu makaleden derlendi. Ek görüşler ve metaforlarla güçlendirilmeye çalışıldı.

 

St. Augustine’in Aklın Zamanı teorisi;

 

Hristiyan felsefeci St. Augustine’in düşüncesine göre zaman sonsuz olamaz. Çünkü zamanı Tanrı yaratmıştır. Ve bu denli sonsuz bir şeyi yaratmak imkansızdır. Augustine düşüncesini şöyle devam ettirir: Zaman yalnızca aklımızda yer alan bir kavram, bir kanaattir. Bütün mesele onu nasıl algılayıp yorumladığımızla ilintilidir. Geçmişte yaşananlar geçmişte kalmıştır ve bugünün gerçeklerine sirayet edemez. Aslında geçmişi hatırlamayız. Onlar hatıralarımızdır. Gelecek ise henüz yoktur. Tek varolan mevcut andır. Sonuç olarak zaman, yalnızca aklımızda yer alan bir kavramdır. Zaman neye benzer? Zamanın resmini çizebilseydiniz nasıl yapardınız? Sonsuza kadar giden bir ok şeklinde mi olurdu, yoksa dönüp duran bir saat gibi mi?

Bu sorguya verilebilecek net ve somut bir yanıt elbette yok. Fakat Aristo’nun birkaç bin yıl öncesinden gelen birtakım fikirleri var.

 

Aristo’ya göre zaman çizgisel olamaz. Başlangıcı ya da sonu bulunamaz. Bir başlangıcı olsa dahi, o başlangıca hükmedilecek bir öncül noktaya daha ihtiyaç olacaktır ve bu sonsuza kadar gidecektir. Aynısı zamanın sonu için de geçerlidir. Zamanın bitişini algılamamız için, bitişten sonra gelen bir başka noktaya ihtiyaç duyarız. Çizgisel zaman konseptiyle ilgili bir başka sorun mevcuttur. Çizginin kaderi. Tek bir çizgi mi mevcuttur, yoksa birden fazla mı? Çizgiler aynı yöne mi seyreder, yoksa her biri birbirini mi keser? Peki ya tek bir çizginin dallanma ihtimali? Çok fazla seçeneğe rağmen, cevabı tahayyül etmek imkansızdır.

 

Anın belirsizliği;

 

St. Augustine’in anın gerçekliğiyle ilgili söylediklerinden sonra mutlaka aklınıza takılmıştır. An nedir? Zaman akan bir nehirse, an bir avuçlarımızdan geçen sudan ibaret olabilir mi? Onu saklayabilir miyiz, ya da akıp gitmesini engelleyebilir miyiz?

Bir diyaloga başladığınızda her şey anlık gelişir öyle değil mi? Sohbetin ortasındayken, ilk sözleriniz geçmişte kalmış gibi görünür ama aslında hala aynı konudan konuşuyorsunuzdur. Peki yaşananlar tamamen anın içinde midir, bir kısmı geçmişe intikal etmiş midir, biraz sonra ağzınızdan çıkacaklar gelecekte midir? Bilim insanları bu duruma "anın belirsizliği" adını verdiler. Nörolojik hesaplamalara göre an dediğimiz birkaç saniye ile bir dakikaya yakın bir süreden ibaret. Yalnızca bu süre zarfı boyunca

yaşadıklarımıza tam anlamıyla hâkim oluyoruz. Garip ama gerçek. Nörobilimci David Eagleman'a göre dünyayı dışarıdan bize ulaşan paketler halinde, beynimizle deneyimleriz. Beynimiz ise bu işlenmiş bilgileri vücudumuzun diğer noktalarına iletir. Evet mantığı anladınız: daha kısa uzuvlarda bilgiler daha hızlı iletilir. Bu durum kısa boylu insanları daha bir "anın içinde" yapıyor. Kısa boylu insanlar gerçeği daha ham, daha gecikmesiz deneyimliyor.”