Sevgi GÖL


Bağlıyız ama Bağlantısız:Modern Çağın Yeni Kaygıları

Bağlıyız ama Bağlantısız:Modern Çağın Yeni Kaygıları


Bazı sabahlar uyanır uyanmaz ilk baktığım şey gökyüzü değil de telefon ekranı olduğunda, kendime ister istemez şu soruyu soruyorum: Gerçekten uyanmış sayılır mıyım? Gözlerimi açıyorum, ekranı kaydırıyorum, bildirimlere bakıyorum. Kaç kişi mesaj atmış, kim ne paylaşmış, geceyi nasıl geçirmişim derken gün çoktan başlamış oluyor. Ama bir tuhaflık var. Giderek daha fazla şey biliyorum, ama daha az şey hissediyorum. Sürekli bağlantıdayım, ama giderek daha yalnız.
Teknoloji hayatımızın tam ortasına yerleşti. Elbette kolaylaştırdığı çok şey var, ama aynı zamanda hayatın akışına sinsice yerleşmiş, adını koyamadığımız bazı kırılmalar da var. Takıntılar. Yeni nesil bir kaygı hali. Sessiz, görünmez ama içimizi kemiren bir tür dijital gerginlik. Kimse tam olarak konuşmuyor bunları. Belki normalleştirdik. Belki de alıştıkça unuttuk neye yabancılaştığımızı.
Mesela şu şarj meselesi. Şarjım %20'nin altına düştüğünde birden içimde yükselen tedirginliği tarif etmem zor.sanki bir şey olacak. Sanki bağlantım kopacak ve dünya dönmeye devam edecek ama ben dışarıda kalacağım. Garip bir bağımlılık gibi. Telefon elimde değilken eksik hissediyorum. O küçük ekran sanki beni hayata bağlıyor. Prizsiz bir yere gitmek? Delilik gibi geliyor. Bu bir iletişim meselesi değil artık. Bu, "orada mıyım, var mıyım" sorusunun kablosuz cevabı.
İnternet kesilince başka bir boyuta geçiyorum sanki. Her şey flu, eksik, donmuş. Sanki biri dünyanın sesini kısmış. Mail atamamak, bir şeyi Google’layamamak, toplantıya bağlanamamak. Bunlar artık sadece iş aksaklığı değil. Bu, bana ait olan zamanın ve alanın çökmesi gibi. Geriye bomboş bir sessizlik kalıyor. İçimde kıpırdayan sorular: Ne kaçırdım? Biri beni mi bekliyordu? Geri dönünce her şey aynı mı olacak?
En ufak bir bildirim sesiyle irkilmek. O titreşimle birlikte gelen küçük dopamin patlaması. Bu da hayatımın olağan döngüsüne dönüştü. Sürekli kontrol etme hali. “Bir şey var mı?” diye bakma. Bir şey yoksa bile yeniden bakma. Belki bu kez vardır. Yoksa bir daha. Ve bir daha. Kafamın içi sessizleşmeye fırsat bulamıyor. Bildirim seslerini kapatınca bile hayalet titreşimler yaşıyorum. O kadar içime işlemiş ki, bazen gerçekten mi çaldı yoksa ben mi hissettim diye düşünüyorum.
Bir de görünmeyen sahnemiz var: Dijital kimliğimiz. O profiller, o fotoğraflar, o paylaşımlar.Hepimiz birer vitrin kurduk kendimize. En parlak anlarımızdan bir kolaj sunduk dünyaya. Bunu yaparken onay arıyoruz belki de. Beğenilsin istiyoruz, takdir edilsin, özenilsin. Ama içten içe biliyoruz, bu hayatın tamamı değil. Sadece seçilmiş kareler. O karelerin arkasında kaç saatlik uykusuzluk, kaç kez silinip yeniden yazılmış bir cümle, kaç filtreyle oynanmış bir ışık var, bilmiyoruz. Ya da bilmek istemiyoruz.
Bazı uygulamalara giriyorum. Girdim mi çıkamıyorum. Parmağım yukarı kayıyor. Sonsuz bir kuyuya düşmüşüm gibi. Video bitiyor, diğeri başlıyor. Gönderi bitiyor, yenisi geliyor. Zaman yok. Bitiş yok. Ve ben, sabah başlamışken öğleden sonra olduğuna şaşırıyorum. Sadece o uygulamaya bir bakacaktım halbuki. Ama saatler kaydı. Yemeğim soğudu. Randevular ertelendi. Oysa hiçbir şey yapmadım. Sadece kaydırdım. Sadece izledim. Sadece uzaklaştım.
Dijital anksiyete.Buna bir isim koymamız gerek. Çünkü sadece bireysel bir mesele değil bu. Bu, toplumun sessiz çırpınışı gibi. Kalabalığın içindeki içsel yalnızlık. Teknolojiyle beraber büyüyen, ama onun gölgesinde solan bir benlik hali. Hayır, teknolojiyi kötülemiyorum. Onsuz bir dünya düşünemiyorum zaten. Ama fark etmemiz gerek: Biz onu kullanırken, o da bizi şekillendiriyor. Alışkanlıklarımızı, duygularımızı, ilişkilerimizi.
Şarj kablosundan bağımsız kalabilir miyiz bilmiyorum. Ya da sonsuz kaydırmalardan bir gün gerçekten doyabilir miyiz. Ama bildiğim bir şey var: Herkesin kendine ait bir “bağlantı kesme” butonu olmalı. Bazen dış dünyaya, bazen kendimize tıklayabilmek için. Çünkü gerçekten çevrimdışı kalmadan, neyin içindeyiz fark edemiyoruz çoğu zaman. Belki de en çok bunu unuttuk: Sessizliğin sesiyle barışmayı.